PERŞEMBE günümü Moskova’da Novodeviçi Mezarlığı’nda
geçirdim.
Burası Moskova’nın Pere Lachaise’i sayılabilir.
* * *
Tabii ilk ziyaretimiz Nâzım Hikmet’in mezarınaydı...
Duamızı ettik.
* * *
Oradan büyük Rus yazarları Çehov ve Gogol’un mezarına yöneldik.
Sonra Prokofiev...O mezarlıkta kimler unutulmuş,kimler yaşıyor
* * *
Sanatçı güzergâhımız Sovyet döneminin büyük şairi Mayakovski’nin
mezarında bitti.
* * *
Mezar taşları arasında dolaşırken bazı isimler gördüm.
Zamanında Sovyet rejiminin muktedirleri, güç timsalleri...
Her biri, hiç unutulmayacakmış sanılan ideolojik kibir
anıtları...
Meğer ne çabuk unutulmuşlar, ideolojilerinin, inançlarının üzerine
diktikleri o abideler ne çabuk yerle bir olmuş...
Sonra başka bazı mezarlar gördüm... Daha mütevazı anıtlar...
İntihar ettirilenler, Sibirya’larda, Gulag’larda, zindanlarda,
hapislerde hayatı karartılmış rejim muhalifleri...
* * *
Döneminin güç sahipleri onları öldürdüklerini, yok ettiklerini,
sildiklerini zannetmişler..
Anladım ki, içeri attırdıkları her insan bir vicdan mermisi, bir
adalet obüsü haline gelmiş ve zalimi vurmuş. Onu öldürmüş.
Zalim, mazlumu silmeye kalkışmış, mazlum onu tarihten silmiş...
* * *
Moskova’da iki gün mezar ziyareti bana iyi geldi...
Zamanında, her adımda, her sokakta, her afişte, her ekranda
durmadan karşımıza çıkıp, bize her gün kendilerini hatırlatan güçlü
simalar, meğer onlar üç günde tarih çöplüğüne gömülmüşler
* * *
Ve bir de yaşarken unutturulup da öldüğü gün yeniden doğup
yaşamaya başlayan ve bize kendilerini hatırlatan güzel
insanlar...
* * *
O mezarlıkta hepsi yan yana yatıyordu...
* * *
Hâlâ yaşayanların başında durup dua ettim...