SON 15 yılın biz Türklere öğrettiği çok hazin bir tarih dersi
var.
Diplomaside “kırmızı çizgi” kadar kolayca silinebilen ikinci bir
çizgi yoktur.
***
Yaşayarak, görerek, üzülerek, çaresizlikle seyrederek öğrendik ki,
elimizle çizdiğimiz “kırmızı çizgi”, başkaları tarafından ağzımıza
sürülmüş kırmızı bibere dönüştürüldü.
***
- Bir zamanlar “kıpkırmızı çizgi” dediğimiz Kuzey Irak, önce Kuzey
Irak Kürt Özerk Yönetimi’ne dönüştürüldü.
***
- Bir zamanlar “Aşiret reisi” dediğimiz Barzani, “Kürdistan
Bölgesel Yönetimi Başkanı” oldu.
Şimdi de gözümüzün önünde açık açık “Bağımsız ilk Kürt devleti
başkanı” olmaya doğru gidiyor.
***
- En kalın kırmızı çizgilerimizden biri “Kerkük”ün asla bir Kürt
eyaleti olmayacağıydı.
Şu an orada Kürt bayrağı dalgalanıyor.
- Bir sabah, büyük bir coşkuyla başlattığımız “Fırat Kalkanı”, bir
akşam ani bir kararla “Bitmiştir” denilerek, tek cümleyle sona
erdirildi.
Bu açıklamanın, Amerikan Dışişleri Bakanı’nın Ankara’ya ayak
basmasından bir gece önce yapılması da gözümüzden kaçmadı.
***
Ya orada şehit bıraktığımız 67 çocuğumuz?
Allahtan Hürriyet var ve onların kahramanca mücadelelerini
okuyacağız, onlar için dua edeceğiz.
***
- “Rakka’ya gidiyoruz”, “Menbiç’i temizliyoruz” diye yaptığımız
açıklamaları ise...
Hafızalarımızda capcanlı dururken, bir hafta önce amfibik
araçlarla Fırat’ı geçen Suriyeli Kürtlerin fotoğraflarını gördük.
Rakka’ya doğru gidiyorlardı.
***
- Esad kıpkızıl çizgimizdi...
Ona en düşman Amerika Birleşik Devletleri, önceki gün son noktayı
koydu:
“Onun kaderine Suriye halkı karar verecek...”
Oysa, “Emevi Camisi’nde kılacağımız cuma namazı ile” onun kaderini
biz tayin edecektik...
Şimdi seçime girecek ve muhtemelen en az yüzde 70 oyla o koltuğa
halkı tarafından seçilmiş bir lider olarak yeniden oturacak.
***
Arkadaşlar... Ortadoğu için Ahmet Davutoğlu’nun “Stratejik
derinlik” adı altında getirdiği “Yeni Türkiye diplomasisi”
Türkiye’yi Ortadoğu’da Birinci Dünya Savaşı’ndan sonraki ikinci
hezimetine uğratmıştır.
Üstelik bu defa girmediğimiz bir savaşı kaybettik.
***
Şimdi artık bir zamanlar “Monşer” diye aşağılanan bilge diplomatlar
dönemine, yani Atatürk’ün, “Yurtta sulh, cihanda sulh” bilgeliğine
dönme zamanıdır.