Attilâ İlhan ve Kamran İnan’la
sohbetlerimizde sıkça duyduğum şuydu: “Bizim daima bir hain
kontenjanımız olmuştur.” Neden var ve neden bu kadar yüksek, aynen
FETÖ’de gördüğümüz ve yaşadığımız gibi:
-“Batılılık” ve “Batıcılık” arasındaki gelgitler.
-Batı’nın matbaadan aydınlanmaya yüzlerce yıl önce aştığı “karanlık
duvarları” bu coğrafyanın hâlâ bugün bile yaşamakta oluşu.
-Küresel emperyalizmin bu nedenle “yerli ortak” bulma olanaklarını,
dincilik (ve Müslümanlık) üzerinden yeşil kuşak aracılığı ile bugün
de sürdürmesi.
-Ve Türkiye’ye özel olarak: kurtuluş, kuruluş ve Atatürk
devrimlerine karşı Ali Kemal’ler ve Damat
Ferit’ler zihniyetini ve Arapçılığı, halen zorla yaşatma
çabaları, Attilâ İlhan ve Kamran İnan’ın parmak bastıkları
kontenjanın yükselmesinin nedenleridir.
FETÖ olayında ne gördük: dünya tarihinde hiçbir devletin yaşamadığı
ölçüde bu kontenjan yükselebilmiştir. Her şey Ata
Demirer’in oynadığı Osmanlı Cumhuriyeti filmindeki gibi
olmuyor. Son Kaşıkçı olayı bu işin aynası oldu:
Arap dünyasının yerli ortakları emperyal güçler ile birlikte
“petrol, silah ticareti ve cinayetler üzerinden her ihaneti ve
kepazeliği” şeriatçı düzene saklanarak yapabiliyorlar. Dincilik,
petrol, para ve silahlar emperyalizm ile öyle bir ortaklık
kurmuşlar ki “kazan kazan” formülü, milyonlarca sivili iç
savaşlarla yok edebiliyor, demokratikleşme girişimlerinin yolunu,
şeriatçılıkla kapatıyor.
Bu coğrafyada “dincilik”, en büyük felaketlerin kaldıracı olmuş ve
halen de olmakta. Bizi de bu felaketler zincirinin içine çekmek
isteyen odaklar Attilâ İlhan ve Kamran İnan’ın andıkları büyük
ihanet havuzunu besliyorlar. 29 Ekim’i kutladığımız şu günlerde
hain kontenjanını yazmak ne acı.