Toplumun sürekli seçime yapmaktan kendi hayat planlarını yapamaz
hale geldiğini ve yorulduğunu iç-dünyama bakarak gözlemlemeye
başlamıştım. Artık siyasetten ziyade asıl zihni uğraşılarım olan
felsefeyle, psikolojiyle, maneviyatla ilgilenmek, bu alanlardan
modern hayatımıza eleştiri yöneltmek istiyordum. Lakin bir yandan
da yeni Türkiye gerçekten kurulmadan siyasi mücadeleden kopmak hiç
içime sinmiyordu. Kendime 1 Kasım Seçimi'ne kadar zaman tanıdım.
Seçimden sonra siyaset hayatımda olması gerektiği kadar yer alacak,
“taş yerinde ağırdır” deyip işime bakacaktım.
Bugünkü yazımda, 7 Haziran'da daha önce hep oy verdikleri Ak
Parti'ye değil de HDP'ye yönelmiş olan mütedeyyin Kürt seçmeninin 1
Kasım'da tavrının değişip değişmeyeceğini ele almayı planlamıştım.
Birçokları gibi ben de epey zamandır bunun üzerine kafa yoruyordum.
Galibi ihtimal, mütedeyyin seçmen bu seçimde de büyük oranda HDP'de
kalacak diye düşünüyor, başkalarından farklı olduğunu sandığım
çıkış noktamı tartışmak istiyordum. Çözüm Süreci ile birlikte,
sürecin doğal bir komplikasyonu olarak pandoranın kutusu açılmış,
etnik kimlik gerçekliği ortaya çıkmıştı. Dindar olsun olmasın her
Kürt, etnik kimliğine kolektif ve bireysel kimliğinde bir yer açmak
zorundaydı.