''Öteki”nin, “başkası”nın kimliğimizin oluşumunda, hayatımızda
ve insan ilişkilerimizdeki rolü üzerinde çok konuştuk. Bu konuda
bir fikir birliğimiz var artık. Ama pratikte bunun nasıl olacağı
konusunda kafamız karışık. “Ötekinin filozofu” diye bilinen Emanuel
Levinas'ın Sabra ve Şatilla katliamlarını adeta destekleyen bir
tavır alması; “Sevginin Bilgeliği” kitabıyla tanınan, tilmizi Alain
Finkielkraut'un ultra-islamofobik tutumları, uygulamada işlerin pek
öyle söylendiği gibi olmadığının göstergesi. Sanki “öteki” için
söylediklerimiz, bizim dışımızda kalan tüm diğer insanlar için
geçerli değil gibi. “Öteki” var ve pek kıymetli ama bir de
“kötülük” ve “kötüler” var. Bu yüzden “öteki” ile “kötülük
problemi”ni hep bir arada ele almak, aradaki dengeyi iyi ayarlamak
durumundayız.
Felsefenin tozundan dumanından gerçek hayata adım attığımızda,
birçok sorun ve soru ortaya çıkıyor. Bu tür pratik sorulara cevap
vermek için psikolojinin taşlı tarlasında dolanmamız gerekiyor. Her
insan biricik ise, birbirimizi anlamamız nasıl olacak, türü
sorulara cevap ararken bir kavrama ihtiyacımız var. Dilimize
nedense “eşduyum” diye tercüme edilmiş olan “empati”ye.
Dilerseniz önce “Geçimsizler: Kişilikleri Tanıma ve Geçinmeyi
Kolaylaştırma Kitabı”mızdan da yararlanarak empati hakkındaki temel
bilgileri sunmaya çalışalım.
Empati, insan ilişkinin “aşk” gibi herkesin bildiği ama kimsenin ne
olduğunu tam olarak anlatamadığı bir özelliği… “Bir kişinin
kendisini karşısındaki kişinin yerine koyarak olaylara onun bakış
açısıyla bakması, o kişinin duygularını ve düşüncelerini doğru
olarak anlaması, hissetmesi ve bu durumun ona iletilmesi süreci”
diye tarif ediliyor. Tarifi zor ama bir insanla iletişimimiz
sırasında kolayca hissediyoruz o sırada empatinin olup
olmadığını...