Üstümüzdeki yıldızlı gök” ile temsil edilen tabiatın düzeninin
Kant'a göre iç dünyamızdaki karşılığı “ahlak yasası”ydı. Newton'un
çekim yasasını “en yüksek tabiat yasası” olarak gören Kant, bütün
ahlaki buyrukların da tek bir yüksek buyrukta toplanabileceğini
düşünüyordu: “Öyle davran ki, davranışın temelindeki ilke, tüm
insanlar için geçerli olan evrensel ilke veya yasa olsun.” Bu genel
yasayla, hayattaki tüm eylemlerin ahlaka uygun olup olmadıklarını
ölçmek mümkündü.
Kant, ahlak yasasını, tabiat yasalarıyla kıyaslıyordu ama onun
duyularla, nedensellik ölçütleriyle kavranamayacağını biliyordu.
Çünkü insan özgür ve iradi bir varlıktı. İhtiyaçları, istekleri
elbette dışarıdan, tabiatın yasaları tarafından yönetiliyordu ama
iradesi özerkti, kendi kendini yönetmeye muktedirdi. İnsan,
özgürdü; yasaya uyup uymamak ona bağlıydı. Ahlak yasası, “en yüksek
iyi”yi gerçekleştirmemiz için bizi sürekli kendisine uymaya
çağırırken tabiattan gelen yanlarımız da bizi hep isyana doğru sevk
ediyordu. İçimizdeki dürtüler, istek ve ihtiyaçlarımız tatmin olmak
ve insan da bu yolla mutlu olmak ister. Ama içimizdeki ahlaki
buyruk, kendimiz için istediklerimizi başkaları için de istememizi,
mutluluğu erdemden ayırmamamızı emreder. İnsana en yüksek mutluluğu
sağlayacak olan gerçek hedef, sürekli ahlak dairesi içinde kalmaya
çalışmaktır.