İki yüz yıldır devam eden kendine özgü modernleşme sürecimiz,
sancılı olduğu kadar da öğretici. Bir medeniyetin bir başkasıyla
karşılaşması, tıpkı iki insanın karşılaşması gibi, önceden tahmin
edilmesi nerdeyse imkânsız sonuçlara gebe... Daha dikkatli yürümek,
her adımımıza dikkat etmek ve çokça düşünmek zorundayız.
Bu süreç boyunca Batı'yı aynen taklit etmenin ve tıpkı onlar gibi
olmanın gerektiğine inananlarımız da oldu, modernlik yokmuş gibi
yapıp kafalarını nostaljiye gömenlerimiz de… Ama böyle
düşünenlerimiz, hiç bir zaman ana gövdeyi oluşturmadılar. Kahir
ekseriyetimiz, modernlikten bir şeyler almak ama bu arada aslımızı
korumayı sürdürmek gerektiği fikrinde olduk. Kendine özgü
modernleşmeye yöneticilerimiz de toplumumuz da büyük ölçüde “evet”
dedi ama bir hususun üzerinde fazla durmadık. Başka bir
medeniyetten bize bir unsur aktarıldığında, bünyede nasıl bir tesir
göstereceği üzerinde düşünmedik. Oysa modernleşme süreci,
başlangıçta asla öngörülmeyen değişikliklerle ilerliyordu. III.
Selim, Nizam-ı Cedit'i kurarken ve askeri alanda modernleşmeler
yaparken, adı “Gavur padişah”a çıkan II. Mahmut, idealindeki modern
Müslüman toplumu inşa edebilmek için birçok girişimde bulunurken ve
hatta Gazi Mustafa Kemal, radikal bir modernleşme için bir vesayet
rejiminin siyasi imkanlarını sonuna kadar zorlarken, büyük
ihtimalle, şimdi yaşadığımız türden bir toplumsallığı akıllarının
ucundan dahi geçirmemişlerdi.
Bu söylediklerimden II. Abdülhamid Han'ı vareste tutmalıyım. Zira
O, kendisine nasip olan nispeten uzun hükümranlık döneminde,
maarifte yaptığı modernleşme girişimlerinin hiç de istediği gibi
bir sonuç vermediğini bizzat yaşayarak gördü. Sultan Abdülhamid,
cülusunu müteakip evvela maarif müesseselerine yöneldi. Liselerin
maarif sistemi içinde yer alması ve bu okullarda çok muhtevalı bir
ders programının uygulanması; Fransızca, Rusça ve İngilizce gibi
batılı dillerin orta öğrenimde okutulmaya başlanması, okulların
inşasında mimari üslubun getirilmesi için çalışmalar yapılması,
onun eseriydi. 1859'da açılan Mekteb-i Mülkiye'nin Fransızca olan
eğitim dilinin Türkçe'ye döndürülmesi, Abdülhamid Han'ın fermanıyla
oldu. Mekteplerin her türlü muhalif fikrin merkezi olması, yetişen
talebelerin dini hususlara lakayt kalması üzerine Sultan, derslerin
muhtevasına, işleniş şekline de müdahale etti. “Camilerde İslam'dan
olan talebelerin okuduğu derslerden özellikle 'Akaid'in her sınıfta
okutulması, bunun yanında edebiyat ve kavaid derslerinde de tedris
ve takrir ettirilmesi kararı” alındı.