Hani bir laf vardır ya; ne kadar ekmek o kadar köfte... İlk
baştaki skor 3-1 olunca, diğer 90 dakika içindeki mücadelede böyle
oluyor. Beşiktaşlı oyuncular, duruma göre gaza bastılar, duruma
göre arabayı rölantiye aldılar; bazen de frene bastılar. Baktılar
ki pabuç pahalı olacak bu sefer de Şenol kenardan olaya el koymaya
başladı. Mesela Oğuzhan ismini attı sahaya. Biraz sıkışsa Atiba'yı
ortaya atacaktı. Ama Oğuzhan kafi geldi. Neye karşı: Grip olursunuz
ya... Önce antibiyotikten başlamazsınız. 'İki aspirin alıp
başlayım' dersiniz. Şenol bir aspirin ile halletti. Halledemeseydi
bu sefer Atiba'yı alacaktı oyuna...
'Şenol'un şansı' dersek haksızlık ederiz. Şenol, 17-18 kişiyi her
an oynayacakmış gibi hazırlıyor. Bir teknik adamın en büyük
özelliği budur. Hiçbir futbolcuyu, 'Ben seni asarım, keserim, kadro
harici bırakırım' diyerek oynatamazsınız. Futbolcu maça çıkıp
oynarken yedek kulübesine bakar. 'Ulan' der; 'Ben çıkarsam yerime
bu girecek. Sonra da bir daha oynamayabilirim.' Bu riski futbolcu
hissettiğinde sahada düzgün mücadele eder. Onun için de bir futbol
takımının en büyük itici gücü yedek kulübesidir. Sahadaki 11'i
tehdit eden; ensesinde boza pişiren... Bunu da yapacak adam teknik
direktördür. Şenol da Türkiye'de bunu iyi uygulayan teknik
direktörlerden biri... Bu kadar basit.
Dün akşamki maçı şöyle bir göz önüne getirin; bu anlattıklarımı net
bir biçimde görürsünüz. Aboubakar oynuyor; golünü atıyor.
Sakatlanıp çıkıyor; Cenk giriyor. Topa öyle bir vuruyor ki sanki
bütün içini boşaltıyor. O da gidip gol oluyor. Yani Cenk'in
buradaki vücut dili hem hırs hem istek hem sonuç hem keyiftir.