Dünyanın incisi İstanbul’da, üstelik tarihî ve eşsiz bir dokuya
sahip mekânında iki İngiliz devi Liverpool ile Chelsea kapıştı,
kupayı müzesine götüren Liverpool oldu ama kazanan biz olduk. Çünkü
geride bıraktığımız sezonun Şampiyonlar Ligi şampiyonu ile UEFA
Kupası sahibini İstanbul’a davet edip hazırlık maçı oynatmaya
kalksanız milyon avrolar harcamanız gerekir. Ki bu bile yeterli
gelmeyebilir. İkna etmek, boş takvim bulmak vs. O yüzden öncelikle
bu müthiş organizasyonun ülkemizde olmasında kimin emeği geçtiyse
önce takdir edip, sonra teşekkür etmek lazım.
Tıpkı 2005’teki Olimpiyat Stadı’ndaki Şampiyonlar Ligi; 2009’daki
Şükrü Saracoğlu’ndaki UEFA Kupası finalinde olduğu gibi yine
unutulmaz bir organizasyona ev sahipliği yaptık.
Vodafone Park’taki Süper Kupa finali ile hem üçlemeyi tamamladık
hem de İstanbul’un finaller şehri olduğunu bir defa daha dünyaya
hatırlattık.
Dün akşam için ülke olarak kazancımız sadece 100 milyon dolar
civarındaki turizm geliri değildi elbet. Dünyanın dört bir yanından
milyonlarca insanın televizyonlarının başında takip ettiği bu
“süper” final, prestij açısından da ciddi önem taşıyordu.
Aksilikler de yok değildi elbet. Misal stada giriş tam bir
işkenceydi. Dünya Kupası başta olmak üzere birçok ulusal turnuvada
bir stada girerken hiç bu kadar zorlanmamıştım.
Olağanüstü güvenlik galiba biraz abartılıydı. Her ne kadar UEFA’nın
bir organizasyonu olsa da emniyetimizin gereksiz abartısı özellikle
yabancı turistleri fena kızdırdı.
Bizim tribüne girmekte zorlandığımız yerde bir Youtuber’ın elini
kolunu sallaya sallaya saha içinde cirit atması oldukça
trajikomikti.
Tabii ki tek tek sayma şansımız yok ama galiba İngiliz taraftar
sayısı sanılan kadar değildi. Arap, (Salah etkisi olsa gerek) Rus
ve Türk futbolseverler azımsanmayacak kadar fazlaydı. Tabii ki
tribünlerin ağırlığı Liverpool taraftarınındı.
Böylesine büyük bir futbol festivali dururken maçı...