“Ezan” İslam dininde ibadete çağrıdır. Dönemin gereği insan
sesiyle ibadet saatlerinin anımsatılması için önemli işlev
görmekteydi. Anımsatalım; elbet saygıyı hak eder, ancak Tanrı
kelamı değildir. Bugünün koşullarında, bu görevi cep telefonları,
çalar saat, radyo benzeri aygıtlar yerine getirebilir. Lakin
kimsenin ülkemizde ezanın susmasını istemesi söz konusu değildir.
Tanrıya inanan/ inanmayan, Müslüman olan ya da olmayan herhangi
biri bunu istemez, çünkü salt dini değil, aynı zamanda kültürel bir
olgudur bu. O ses çocukluğumuzdan bu yana belleğimize kazınmıştır.
Kendimizi evimizde saymamızın işaretidir. Diğer pek çok başka
gösterge gibi!
Kutsallar üzerinden tartışma yaratmak siyasal İslamcıların öteden
beri alışkanlığıdır. İktidarlarını güçlendirmek için kutuplaşma
yaratarak güç devşirmek isterler. Bu tehlikeli oyunu sürdürürken,
güncel zafer ötesinde kaygı taşımazlar. Oysa bizim ülkemizde
bayrak, ezan, Tanrı türü konularda kolaylıkla katliamlar
yapılabilir. Geçmişimiz bu karanlık örneklerle doludur. Kapitalizme
uygun dincilik, düşkünler toplumu yaratarak varlığını sürdürmekte,
egemenliği kolayca küresel güçlere devretmektedir. Bayrak, ezan,
Tanrı diyerek uyuşan toplum; ortak değerlerini bir bir yitirirken,
yazık ki her gün daha körleşmekte, yoksullaşmakta ve
yoksunlaşmaktadır. Yobazın ülkesi bir,
milleti aynı!
Yeni Zelanda saldırısı ardından dünya ırkçılık/dincilik
bataklığını, yeniden ve sarsıcı biçimde keşfetti. Neo-liberal çağın
ölçüsüzlüğü, aydınlanma karşıtlığı, tüm dünyada milliyetçi/dinci
hareketleri körükledi. Sonuç ortada. Hıristiyan, Müslüman ya da
Musevi yobazı aynı dili konuşuyor, benzer nefreti büyütüyor. Kan,
silah, şiddet, ölüm, kutsal değerler adına dile geliyor, sonuçları
ağır oluyor. Buna insanlığın büyük kısmı teslim olmuş değil
kuşkusuz. Ancak giderek artan dincilik/milliyetçili...