Düyunu Umumiye denen borçların son taksiti 25 Mayıs 1954’te
yatırılır Türkiye Cumhuriyeti tarafından. İlk borç 1854’te
alındığına göre, yüz yıl süren bir dönemden söz ediyoruz. Ödeme
süresiyse tam 72 yıl. ‘Borç alınır, ödenir, ne var ki’ diye düşünen
çıkabilir. Borcun alındığı döneme bakarsak Osmanlı’nın çöküşünü
görürüz, kapitalistleşmeyi başaramayan bir devletin yıkılış
sürecidir söz konusu olan. Ardından ulus-devlet olarak Cumhuriyet
kurulur, kendine ait olmayan (sarayın, hanedanın) borçlarını
yüklenir ve öder. Bunun iktisadi olarak nasıl yapıldığı değerli bir
inceleme konusudur, ancak bir de etik mesele var ki, sanırım en çok
üzerinde durmamız gereken konu budur. Türkiye Cumhuriyeti devrimle
kuruldu. Her devrim kendi insan tipini yaratmak ister. Cumhuriyet;
çalışkan, erdemli, dürüst, toplumcu, aydınlanmacı insan yaratmak
istiyordu. Keskin aydınlanma hareketi sonuçlarını vermeye başladı
hemen. Cumhuriyet ‘dil’ devrimi ile anlaşılır. Okuryazarlık hızla
artarken, dünyanın seçkin yapıtları da dilimize kazandırıldı. Salt
iktisadi çabayla kalkınma olmayacağını bilen Cumhuriyet kadroları,
herhangi bir önem/öncelik sıralaması yapmadan, topyekûn devrimin
gereğini yerine getiriyordu. Yaratılacak insanın etik değerleri
yüksek olmalıydı. İşte bu sorumlulukla o borç ödendi. Üstelik
kimselere muhtaç olmadan, öz kaynakla!
Cumhuriyet sosyalist değildi. Ancak ‘Planlı Ekonomi’ ustalıkla
uygulandı. İnsan kaynağına, nüfus dağılımına uygun fabrikalar
kuruldu, işsizlikle mücadele, bölgeler arası eşitsizliğin de
ortadan kalkması hedeflenerek, verildi. Unutmayalım ki, dünya
savaşla kırılırken, bunun dışında kalmayı da başardı Cumhuriyet.
(Ayrıntısına girmiyorum, ancak İnönü eleştirisi bu
bağlamda tamamen haksızdır.) Halkını besleyebilen, uygun
sanayileşme koşullarıyla kalkınan bir devletten söz ediyoruz.
Niyazi Berkes 1964’te kaleme aldığı...