Türkiye bağımsızlığını çok zaman önce yitirmiş bir ülke. Gerici
iktidarlar ABD’nin kuyruğuna takılarak,
Menderes’ten bu tarafa çöküşü hazırladı.
Üretmeyen, yaratmayan bir halk köledir. Köleliğin en sert
günlerinden geçiyoruz. Neo-liberal siyaset garip bir “özgürlük”
tarifi yapar, esir düştüğünü anlamazsın. Kavram parlak, büyülüdür.
Üzerinde öylesine tepinildi ki, onun adına öyle zulümler yapıldı
ki, korkak olduk liberallerin sunduğu sahte özgürlükten!
Yine zor dönemeçteyiz, garip işbirlikleri var, ortaya çıkan tabloyu
geleneksel algıyla yorumlamak hiç kolay değil. Şuradan başlayalım,
dün Ergin Yıldızoğlu haklı olarak
Kemalist/Ulusalcı çevreyi uyardı. “Söz konusu vatansa gerisi
teferruattır” cümlesinin içini boşaltarak, farkında olmadan siyasal
İslamcılarla yan yana düşmeyin, diye. Haklı.
Perinçek ekibi AKP ve MHP’ye eklemlendi, tuhaf bir
gerici cephe oluştu. Öte yanda hızla Mustafa Kemal
çizgisinden uzaklaşan, nerdeyse sosyalistlerden kaçan bir CHP var.
(Sakın Alper Taş örneğine aldanmayın)
Ortağı İYİ Parti, her tutumuyla tartışmalı bir oluşum. Destekçileri
HDP! Üç partinin de emperyalizme, AB’ye, ABD’ye nasıl baktığı
tartışmalı. Yazık ki iki cephe de farklı tonlarda neo-liberal.
Sınıf vurgusu yok örneğin. Piyasa anlayışına itiraz eden yok! Bu
koşullarda sağlıklı siyaset oluşması mümkün mü? Oyun her koşulda
AKP’nin, yani küresel sermayenin kazanması üstüne kurulu.
Bu sürdürülebilir mi?
RTE için kurgulanan başkanlık biçimi her gün sorun
yaratıyor. Çağa uygun değil, bunca hızlı akan dünyayı, her meseleyi
bildiği varsayılan birinin ruhsal durumuna göre okuyamazsınız.
Sürekli kriz üreten bu yapı; daha sertleşmekten başka seçeneğe
sahip değil. Ya da yetkiyi kurumlarla paylaşacak Saray, kendini
denetime açacak, ifade özgürlüğünü tanıyacak. Bu işine gelir
mi?
İttifak...