Muhalif yazarların, geleceğe yönelik hiçbir şey ortaya
koyamayınca, ister istemez "otuzlu yılları parlatma" çabalarını
ibretle izliyoruz.
Oraya dönecekler.
Satacak başka malları yok ve hiç olmadı.
Eh, adam kulüp yönetimine bile "Ben Atatürk'ün adayıyım" diye
gelmekten gocunmuyorsa...
Bunlardan birisi şeker fabrikalarını kafaya takmış.
Dönüp dönüp yaldızlıyor.
1940 yılında şeker fabrikası bir cennetmiş.
Kahvaltıda tereyağı, süt, reçel, zeytin ve peynir çıkarmış...
Ne çıkacaktı, sülün dolması mı?
Her hafta fabrika sinemasında bir film oynarmış, bedava.
Leni Riefenstahl ya da Veit Harlan mı yoksa?
Bütün işçiler sıcak sulu, merkezden ısıtmalı evlerde
yaşıyorlarmış.
Fabrikanın çiftliğinde işçilere süt, yoğurt, tereyağı, sebze
ve meyve çok ucuza verilirmiş.
(Memurlara da Sümerbank kumaşı falan verilirdi, sonra bu "ayni"
olmaktan çıkıp "nakdi" olmaya dönüştürüldü ve memur ile işçi ve
köylü arasında bir uçurum açıldı. CHP bunun faturasını yetmiş iki
yıldır seçim kaybederek ödüyor.) Fabrikada spor kulübü ve sağlık
kliniği bile varmış.
İşçiler için ilkokul bile varmış, bir tür "Ali okulu"...
Senede yirmi gün devlet demiryollarında bedava seyahat ederlermiş.
Şekerde çalışmayan da eşek gibi para ödermiş.
Demek ki devlet fabrikası cennet gibi bir yermiş.
"Devlet kapitalizmi" işçi sınıfını kurtarmış,
böylece sosyalizme falan da gerek kalmamış!
Fakat bu kadar "sübvansiyon" olunca şeker
de "azıcık pahalıya" mal oluyormuş...
Orhan Kemal, İnönü'nün halka şekeri "beş yüz
yirmi beşe" yedirdiğini yazardı...
Bir kilo şeker 5 lira 25 kuruş.
O devirde öyle bir fiyat ki, inanılır gibi değil.
Çünkü insanlar ayda 20-30 lirayla yaşıyorlar...
O devirde işçinin grev hakkı var mıymış? Yokmuş.
O devirde işçinin sendikası var mıymış? Yokmuş.
Sigortası var mıymış?
Yokmuş.
Dernek kurma hakkı var mıymış? Yokmuş.
Gösteri hakkı, toplantı ve yürüyüş hakkı var mıymış? Yokmuş.
Partisi ya da partileri var mıymış? Yokmuş.
Gazete ve dergileri var mıymış? Yokmuş.