Bir Demokratik rejimin yakalanabileceği en ciddi hastalıkların
başında “Parti Devleti” hastalığı gelir.
Bu hastalık tedavi edilmezse, zamanla “Tek Adam Devleti”
hastalığına dönüşür ve rejimi öldürür.
***
“Parti Devleti” hastalığında, sadece yasama organı Meclis değil,
devlet dediğimiz varlığı oluşturan bütün organlar, yürütme ve yargı
mekanizmaları ile birlikte özerk kuruluşlar da “Parti”nin veya
doğrudan “Parti”yi de yöneten liderin emrine girerek yozlaşır.
“Parti Devleti” hastalığının öldürücü darbesi:
Adalet mekanizmasının da “enfekte” olması, yani halk deyişiyle
“iltihaplanması” ve bu hastalığın pençesine düşmesidir!
Böylece zaten “Parti”nin emrinde olan yürütmenin hiçbir eylemi,
evrensel hukuk anlamında bir “yargı denetimine” tabi olmaz...
Elbette “Parti Devleti” bütünlüğü içinde, bilim, haberleşme,
ekonomi yönetimi gibi günlük siyasetin çalkantılarından daha az
etkilenmesi gereken alanları düzenleyen TÜBİTAK, YÖK, TRT, Bilgi
Teknolojileri Kurumu BTK, Merkez Bankası gibi özerk kurumlar da
yozlaştırılır.
“Parti Devleti” kendi sermayesini ve kendi dalkavuklarını da
üretir:
Devletin bütün olanakları, “Parti Devleti” çerçevesinde partiye
(lidere) hizmet eden işadamlarına, müteahhitlere tahsis
edilir...
Gerekirse, sıfırdan milyonerler bile yaratılır ve toplumun belli
kesimleri parayla ya denetlenir ya da doğrudan satın alınır.
Dalkavuklar her alanda öne çıkarılır:
Dalkavuk profesörler, yazarlar, sanatçılar, özellikle yeteneksizler
ve başarısızlar arasından seçilir ki, bağımlılıkları her türlü
mantık, ahlak ve en önemlisi utanma sınırlarını aşsın, gerektiğinde
de tetikçi olarak kullanılabilsinler.
“Parti Devleti” hastalığının ilacı sandıktadır!
***
15 Ekim 2015 Perşembe günü, 1 Kasım seçimlerinden önce
Cumhuriyet’te bunları yazmıştım!
Aradan 9 ay geçti ve 15 Temmuz kalkışması sonrası, 20 Temmuz OHAL
Post