Sanıyorum, bu yazıya en çok, içeride
unutulmamaları için, her pazar andığım “hapisteki
yazarlar-gazeteciler” dikkat edecek...
Çünkü onlar, 21. yüzyıl Türkiye’sinde
çağdaşlaşamamanın sancılarını, bizzat yaşayarak
çekiyorlar.
***
Feodal aşamada patinaj
yapan bir Din/Tarım toplumu...
“Devletçi Seçkincilerin”,
yukarıdan aşağı, “devlet eliyle”
çağdaşlaştırma çabaları
sonunda...
Hiç kuşkusuz İstiklal
Savaşı’nın kazanılmasından alınan
karizmatik güçle...
Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve
arkadaşlarının kurduğu Cumhuriyet rejimi
ile...
Sınıfsal destek olmadan
Demokrasi yoluna girmiştir.
***
Cumhuriyet’in, Devlet eliyle sonradan
yaratmaya çalıştığı “Sermaye Sınıfı”, Tek Parti
Rejimi döneminde tohumlanmış...
1950-1960 arası dışa bağımlı bir biçimde
(komprador burjuvazi olarak) filizlenmiş...
Günümüze kadar yaşanan değişme ve gelişmelerle
de artık (demokrasiye sahip çıkma bilinci eksik olmakla birlikte)
rüştünü ispat etmiştir.
Demokratik Rejimi kuran ve yaşatan asıl güç
niteliğiyle işçi sınıfı ise, ancak 1961 Anayasası ile
canlandırılmaya çalışılmış ve günümüzde hâlâ varlığını
kanıtlayamamıştır.
Yani Türkiye’de sermaye ve işçi sınıfları
gelişerek devleti elinde bulunduran toprak ağalarına ve din
adamlarına karşı savaşmamış...
Tam tersine İstiklal Savaşı’nı kazanarak
yıkılan devleti yeniden kuran Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve
arkadaşları, yukarıdan yaptıkları düzenlemelerle sermaye ve işçi
sınıflarının ortaya çıkmasına ortam hazırlamışlardır.
Böylece sınıfsal gelişme ile
Demokratik Rejim arasındaki ilişki,
Osmanlı’nın geri kalmış olmasından dolayı,
Türkiye’de, teknolojik bakımdan gelişmiş ülkelerin
tersine bir süreçle kurulmaya
çalışılmıştır.
***