AKP’nin Cumhuriyet rejimine
yönelttiği “ünlü” eleştiriyi
bilirsiniz: “Devlet millete karşı”
derler.
Böylece Laiklik ve Hukuk Devleti ilkelerine dayalı olan
Cumhuriyet’i, Müslüman bir toplumda İslam’dan sapmakla, dini ve
dindarları ezmekle suçlarlar.
Üstelik, tipik bir Radikal Siyasal İslamcı söylem olan bu Laiklik
ve Demokrasi karşıtı olan eleştiri, Demokrasi adına dile
getirilir...
Sanki Laiklik ve Hukuk Devleti İslam dinini, dindarları korumazmış,
onları ezermiş gibi!
Oysa gerçek tam tersinedir:
Müslüman bir toplumda uygulanan Cumhuriyet rejimi Laik bir Hukuk
Devleti niteliğiyle, İslam dinini koruyan, yücelten, onu çağdaş
uygarlık düzeyindeki toplumlarla rekabet edecek düzeye getiren
özgürlükçü bir uygulamanın temsilcisidir.
İslam Âlemi’nin geri kalan bölümü, bireysel diktatörlüklerin
baskısı altında inlerken, Demokratik, Laik ve Sosyal Türkiye
Cumhuriyeti, Müslüman Dünya’nın yükselen yıldızıdır.
Nitekim bu kimliğiyle, İslam Âlemi’ndeki bütün diktatörlüklere
karşı da “kötü bir örnek” bir “Demokrasi
tehdidi” oluşturur.
Ama ne yazık ki, Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra, ABD
tarafından dünya jeopolitiğinin ana stratejisi olarak
güçlendirilerek kullanılan “kimlik siyaseti”, zaten yeterince
sınıfsal destek olmadan kurulan, “Demokratik, Laik ve
Sosyal Hukuk Devleti” hedefini amaçlayan Türkiye
Cumhuriyeti’ni de, emperyalist uzantısı olan “demokrasi
karşıtı, aşırı dinci-milliyetçi” akımların kucağına
itti!
Demokrasinin güçlendirilmesini, Demokrasi karşıtı olan
dinci-milliyetçi kimlik politikalarını savunanlardan beklemek
ancak, Türkiye’nin gelişmemiş, sözde liberal, sahte solcu yarı
aydınlarının düşebileceği bir tuzaktı...
Ve bu tuzağa düşüldü...
Bir dizi anti demokratik hata ve uygulama ile, nihayet Parlamenter
Demokrasiyi sonlandırmak, Tek Adam Sistemi kurmak isteyen, 16 Nisan
2017 Referandumuna gelindi.
***
Şimdi bir yanda “AKP’nin Parti
Devleti”:
Tüm yasama, yürütme ve yargı
olanaklarıyla, en başta Cumhurbaşkanı,
Başbakan, bakanlar, ortada valiler,
kaymakamlar, savcılar, güvenlik güçleri, en
altta da muhtarlar ve mahalle baskısı
uygulayıcıları olmak üzere, “Evet” için
bastırıyor...
Seçim adaletini ve eşitliğini yok sayıyor...
Her türlü “Hayır” etkinliğini yokuşa sürüyor,
toplantıları yasaklıyor, konuşmacılara saldırıyor, gençleri
gözaltına alıyor...
“Hayır” diyecek politikacıları, STK’leri, çeşitli grupları, en
ağır biçimde, terör yanlısı olmakla bile suçluyor, tehdit
ediyor...
Öte yanda “milletin çoğunluğu”: