Yıllarca yol boyunca uzanan o duvarın önünden geçip Boğaz
Köprüsü'ne gittik. Bir keresinde kapı açıktı, içeride acayip bir
köşk vardı. Belki bir gün gezmek kısmet olur, demiştik.
Ömer Koç resim-heykel koleksiyonunun bir kısmını, Bienal
vesilesiyle, Üsküdar Nakkaştepe'deki Koç Grubu'na ait Abdülmecid
Efendi Köşkü'nde sergilemeye karar verdiğinde çok sevindik.
Aynı anda iki merakımızı birden giderecektik: Türkiye'nin en zengin
insanlarından biri nasıl bir sanat zevkine sahipti? Duvarların
ardındaki köşk nasıl bir şeydi?
Yeşillikler arasındaki köşkün içi döşeli değil. Ancak yapı
muhteşem. Süslemeler şahane. Eskiden böyle yüksek duvarlar yokmuş,
Boğaz görünürmüş. II. Abdülhamid burayı Mısır Hıdivi İsmail
Paşa'dan satın alıp ressam olan yeğeni müstakbel halife, Abdülmecid
Efendi'ye hediye etmiş. Mutlaka görün. Geç dönem Osmanlı sanatının
güzel bir örneği...
Birçok eserden oluşan koleksiyonlar, insanın ruhunun derinliklerine
doğru uzanır. Neden o tip eserleri değil de, bu tip eserleri
seçeriz? Neden şunlar değil de, bunlar hoşumuza gider? Mesela
köşkteki eserlerin çoğunda, yaralanma veya ölüm temasıyla
karşılaşılması, ilginç analizlere yol açabiliyor.
Serginin başlığı Kapı Çalana Açılır ama... Örneğin birbirini
tamamlayan iki fotoğraf, 'aslında' ne olduğuna dair başka bir
hikaye anlatıyor: Adam kapıyı çalmış ancak açan olmamış; o da
çökmüş kalmış.
Bu tersten anlatımlara bahçede yer alan LOVE (AŞK) yazısını da
ekleyebiliriz. Metalden imal edilmiş eser, sanki bir prese sokulmuş
gibi durmakta.
Gelelim Hırka Altında Adam adlı küçük heykele. Biliyorsunuz,
dört-beş çakal, bu heykeli bahane ederek sergiye saldırmıştı.
Neymiş, yerde oturan çıplak heykel-adamın bacaklarının arası
görünüyormuş. Bu salyalı saldırı sergiyi bir anda popüler hale
getirmiş. Yaş, cinsiyet vs. fark etmeksizin, her kesimden (evet
'her' kesimden) insan, yere eğilerek, çömelerek iki karışlık
heykelin bacak arasının fotoğrafını çekmeye çalışıyor.
Bazısı...