Sevgili okurlarım, bu bayram gününde
siyasetsiz bir yazıyla karşınızdayım.
Recep
Bey şimdi büyük projesini (!) açıkladı. Ahali için her mahallede
kıraathaneler açacak, çay ve kek beleş olacak!
Şimdi bu müthiş fikrin (!) Osmanlı’da nasıl ve ne zaman ve
nasıl oluştuğunu görelim. Ancak o zaman kıraathanelerde çay
ve kek yok!
Tarihçi Peçevi İbrahim Efendi
1600’lü yıllarda yaşamış ve pek çok olaya tanıklık etmiş bir
Osmanlı aydını.
Kendisinden önce olanları ve
kendi döneminde bire bir yaşadılarını tatlı tatlı, belgelerle ve
tanıklar göstererek anlatmış.
Kültür Bakanlığı
tarafından yıllar önce bastırılan ve iki ciltten oluşan kitabının
adı “Peçevi Tarihi.”
Kitabında çok değişik
olaylara, özellikle kazanılan zaferlere, uğranılan bozgunlara ve
başkent İstanbul’da yaşanan olaylara geniş yer
veriyor.
Araştırıcı kişiliği ile Osmanlı
dönemindeki bazı sosyal olayları da anlatıyor.
Örneğin kahve Osmanlı’da ilk kez nasıl ortaya çıkmıştı,
tütün nasıl gelmişti…
Sözü günümüz Türkçesi
ile Peçevi’nin kitabına bırakıyorum:
* * *
“Yıl 1554. Bu tarihe kadar başkent İstanbul’da ve kesinlikle
bütün Rum ilinde (Rumeli ve Anadolu’da) kahve ve kahvehane yok
idi.
Söylenen yılın başlarında Halep’ten Hakem adında bir esnaf ile
Şam’dan Şems adlı kibar bir kişi gelip Tahtakale’de açtıkları birer
büyük dükkanda kahve satmaya başladılar.
Keyiflerine düşkün bazı kişiler, özellikle okur yazar takımından
bir çok kimse bir araya gelmeye ve yirmişer otuzar kişi olarak
toplantılar düzenlemeye başladılar. Kimisi kitap ve güzel yazılar
okur, kimisi tavla ya da satranç oynardı.
Bazen yeni yazılmış gazeller getirip şiir ve edebiyattan söz
edilirdi. Ahbap toplantıları yapmak için büyük paralar harcayarak
ziyafetler çeken kimseler, artık bu masraftan kurtulup bir iki akçe
kahve parası vererek toplantıların safasını sürmeye başladılar.
İş o dereceye vardı ki, işlerinden çıkarılarak yeniden görev almak
için belli bir süre beklemek zorunda olan memur adayları, kadılar,
müderrisler (din hocaları) ve işsiz güçsüz takımı böyle eğlenecek
ve gönül avutacak yer bulunmaz deyince kahvehaneler dolup taşmaya
başladı ve oturacak, hatta duracak yer bulunmaz oldu.
Kahvehaneler o kadar ün saldı ki mevki ve rütbe sahiplerinden
başka, ileri gelen büyükler de buralara ellerinde olmadan sürekli
gelir oldular.
İmamlar, müezzinler, sofular ve halk kahvehanelere dadandı.
Mescitlere kimse uğramaz oldu deniliyordu.
Din bilginleri ise “Kötülükler yuvasıdır, kahveye gitmektense
meyhaneye gitmek daha iyi olur” gibi laflar söylüyorlardı.
Özellikle vaizler, yasak edilmesi için çok çaba harcadılar.
Müftüler de yanarak kömür haline gelen her şey düpedüz haramdır
diye fetvalar verdiler.
Rahmetli Sultan Murat (4. Murat) zamanında -Allah’ın rahmeti
üzerine olsun- kahvenin yasak edilmesi için sıkı tedbirler alındı.
Ama yine de önüne geçilemedi.
Kimi dostlar “Koltuk kahvesi” diye çıkmaz sokaklarda ve bazı
dükkanların gerisindeki arka kapıdan işlemeye başladılar. Daha
sonra özel izinler aldılar ve kahveden vazgeçmediler.
O zamandan sonra kahve o kadar sürüm buldu ki artık yasaklanmaktan
kalktı. Vaizlerle müftüler artık “Kömür derecesine gelmezmiş,
içilmesinde sakınca yoktur” der oldular.
Ulema (din bilginleri), şeyhler ve büyük vezirler, gelir kaynağı
olarak kahvehaneler açtılar ve büyüklerden kahve içmez adam
kalmadı. Hatta o hale geldi ki, birer ikişer altın kira alır
oldular.”