Yargıtay Başkanı İsmail Rüştü Cirit, adli yıl açış konuşmasında, hukuk fakültelerinde dilbilgisi okutulması tavsiyesinde bulundu. Bu öneriyi destekliyorum. Ancak dilbilgisinin bütün üniversitelerde okutulmasının zorunluluğuna inanıyorum
Farklı alanların da dilbilgisine ihtiyaçları var.
Yazmada, konuşmada yapılan hataları, anlam kaymalarını, yanlış
kullanımları dilbilgisi önler.
Hele bizim gibi bir dil devrimi geçirmiş ülkelerde bu
kaçınılmazdır.
Bir alanda çalışanların, o alandan olmayanlara bir disiplini, bir
bilgiyi aktarmaları için de kelime hazinelerinin zengin olması
gerekiyor.
Dilbilgisi kadar Türk dilinin tarihi, Türk edebiyatının tarihi de
üniversitelerde öğretilmelidir.
Hele hukuk gibi gündelik yaşamın içinde var olan bir disiplin
mensuplarının, anladığını anlatmak gibi bir yükümlülükleri de
vardır.
Yazanın, konuşanın masasında mutlaka meslek sözlükleri
bulunmalıdır.
“Ben bile anlamıyorum” yakınmasını çok sık duyuyorum.
Bilginin/belgenin adeta sınama noktası gibi görürler
kendilerini.
Ancak, yayın organlarında, dergi ve gazetelerde, televizyonlarda
yapılan yanlışlar, telaffuz bozuklukları, bu eğitimin acilen
müfredata konulmasını gerektiriyor.
Dil ve edebiyat konusunda verilen derslere şöyle bir itiraz
yapılır: “Edebiyatçı olacak değilsin ya!” Sanki dilbilgisi,
edebiyat sadece edebiyatçıların işiymiş gibi.
Üstelik şimdi internet, kavramları anlamak/anlatmak konusunda
yardımcı oluyor.
Türkçe, iyi yazarların ürünlerinden öğrenilir.
Birçok tanınmış edebiyatçının eserleri hem özgün, hem de bugünkü
dile aktarılmış haliyle yayımlanıyor. Üstelik bazılarında sözlük de
var. Genç kuşak bu tür kaynaklardan Türkçeyi öğrenebilir.
Ünlü Fransız yazar Albert Camus’nün bir sözünü anımsatmalıyım:
“Anlatamıyorum demek, anlayamadım demektir.” Tabii bu sözün doğru
yanı var ama termi...