YAZ sonu siyaset kulisleri hareketlenir.
Şimdiden çok şey duyuyorum.
Politikaya nokta koymak öyle kolay değil bizim ülkemizde.
Dolayısıyla mevcut başkanların, meclis üyelerinin çoğunu yine aday
adayı olarak görün.
İçlerinden bazıları “Tamam...” diyecektir elbette ama çoğunun
şansını bir kez daha deneyeceğini düşünüyorum.
Bir de kadrolu adaylarımız var.
Her seçimde isimlerini gördüklerimiz var.
Belediye ya da milletvekili seçimi fark etmiyor; hepsi yine aday
olacaktır.
Gittiğim bütün toplantılar, bütün özel sohbetlerde bu konu
eleştiriliyor.
Yani insanlar yeni isimler, yüzler görmek istiyor.
Siyasetin bir bayrak yarışı olduğunu anlamalarını istiyorlar.
Ama bunu nasıl anlatacağız.
***
Aslında AK Parti kurulurken güzel bir şey yapmıştı; üç dönem kuralı
getirerek siyasetteki tıkanmayı önlemeyi düşünmüştü.
Bana göre aslında üç dönem bile uzun...
İki dönem bana yeterli geliyor.
İnsanın hayatında 10 yılı siyasete adaması ideal gibi geliyor.
Adamak sözünü özellikle kullandım.
Çünkü bana göre siyaset koltuklardan güç almak için değil, o
koltuklara güç vermek için yapılmalı.
İki dönem siyaset yapanlar devam etmek isterlerse bir dönem ara
verirler; aynı heveste olurlarsa yeniden aday olabilirler.
Tabii bu benim düşüncem, Türkiye’de ne kadar uygulanabilir
bilemiyorum.
***
Şunu görüyorum.
Gençlerimiz siyasete ilgi duyuyorlar, siyaset yapmak
istiyorlar.
Ama bu ortam politika yapmak için uygun görünmüyor.
Bir partiye üye olsanız; teşkilatlarda çalışma fırsatı verirler mi,
verseler o kalabalıklar içinden sıyrılıp nasıl kendinize yer
bulacaksınız.
Zor anlayacağınız.
O yüzden genel merkezlere önemli görevler düşüyor.
Merkez yöneticileri bu insanları, özellikle siyasete ilgi duyan
gençleri bulup çıkarmalı.
Davet etmeli, onları cesaretlendirmeli ve önlerini açmalı.
Bir davet gelmezse bu insanların cesaretini kıran, geri adım
attıran çok şey olduğunu görüyor ve biliyorum.
Özetle...
Yaklaşan yerel seçimlerde, her partiden yeni isimleri şans
tanınması gerektiğini düşünüyorum.
Çolakoğlu’ndan bir konuşma anısı
SON yıllarda toplantılara, panellere bir ilgisizlik görüyorum.
Bunu da geçen günkü yazımda yazdım.
Konuşmacılar günler öncesinden hazırlık yapıyor, çalışıyor, ama
salonlar boş kalınca moraller bozuluyor.
Kemal Çolakoğlu yazımdan sonra bir mesaj yollamış.
Esprili bir mesaj olmuş.
“Bir tarihte İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü’nde Kariyer
Günleri’nde konuşmacıyım. Konuşma konum da, kendi ailemin ticaret
ve sanayi geçmişi. Toplantı başladı ben konuşuyorum, konuştukça
anfinin kapıları açılıyor öğrenciler giriyor. Koltuklar dolunca
yavaş yavaş duvar diplerine sıralanmaya, sonra merdivenlere
oturmaya başladılar, ben kendimden geçtim. ‘Ne ilgi bu’ diye.
Gençler benim konuşmamda demek ki ilgi çeken şeyler yakaladı diye
düşünüyorum. Konuşmayı tamamladığımda salon hıncahınç doluydu,
merdivenlerde bile bir kişilik yer kalmamıştı. Bir alkıştan sonra
aşağı indim. Rektör Hoca beni tebrik etti. ‘Bir şey soracağım;
sizce konuşmamda bu kadar ilgi çeken şey neydi?’ dedim.
Hoca biraz da sıkılarak, ‘Kemal bey’ dedi ‘Sizden sonra Vestel’in
konuşmacısı var ve Vestel’in konuşmacısını dinlemek için
katılanlara da bazı küçük el aletlerinden hediye edilmek üzere
çekiliş yapılacak’ diye ekledi. Yani son zamanda salonlar galiba
ancak böyle doluyor...”
Tabii Vestel; bir perakende devi...
Kendi stratejisi adına doğru işler yapıyor.
Ama giderek bu ilgisizliğin arttığını görüyorum.
Toplantı formatlarına yeniden hep birlikte bakmalıyız.
İnsanlar bilgi sahibi olmak, bilgi sahibi olurken de eğlenmek
istiyor.
Konuşmacılardan görsellik, biraz espri, güncellik ve daha çok da
gelecek kurguları duymak istiyor.
Bence de çok haklılar...
D vitaminsizlik
TEST sonucum şu...
D vitaminim taban yapmış, normal sınırların altında yani...
Doktorum dedi ki...
“Bu sana özel bir durum değil. Deniz kıyısında, bol güneşli
yerlerde yaşayanların çoğunda D vitamini eksikliği görüyoruz. Çünkü
güneşe çıkmıyorlar...”
Düşündüm, gerçekten de güneşe çıkmıyorum.
Öyle birkaç günde bir değil; her gün en az 15 dakika güneşte kalmak
gerekiyormuş.
Deneyeceğim bakalım...
İklim değişikliği bir masaldı sanki