İstanbul’u artık seçilmiş bir kişi değil, bir kişiye bağlı bir
kayyum yönetiyor.
Kayyuma hazırlık mahiyetindeki Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK)
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerini yenileme
kararı; milyonlarca insana kısacık zaman dilimi içinde şoktan
öfkeye, karamsarlıktan umuda uzanan duygular çalkantısı
yaşattı.
YSK yönetimi, kendi varlık sebebini ortadan kaldıran ağır
sakatlıkla malul bu kararı topluma açıklayıp savunacak asgari
cesareti gösteremedi.
Rastlantı bu ya, zamanı Ramazan ayının ilk günü iftar vaktiyle
çakışan bu kararın AKP ve MHP temsilcilerine açıklatılması belli ki
bir tercihti. Bu tercihle YSK, herkesin vergilerinden ödenen
maaşların hak edilip edilmediğini de sorgulamaya açık hale getirdi.
Kurum bünyesindeki bazı isimlerin dert etmeyebileceği tahmini, bu
sorgulamayı önemsiz kılmıyor.
★★★
Ekrem İmamoğlu’nun (31 Mart gecesinde olduğu gibi) zaman
yitirmeden halkın karşısına çıkıp coşkulu, haklılığına inanan
insanlara has özgüven ve netlikte mesajlar içeren konuşması kitleyi
hızla toparladı, kenetledi.
Bu kenetlenme, umudun kof bir iyimserlik değil, bilgi dolu bir
mücadele biçimi olabileceğinin işaretlerini vermesi açısından önem
taşıyor. Ancak bu seçimi de “daha çok çalışarak
kazanma” hedeflenirken nasıl bir iklimde nefes aldığımızı
hatırlamak zorunlu.
CEVAP BEKLEYEN SORULAR
O iklimi anımsatmadan önce muhatabı YSK olan herkesin zihnindeki
mantıklı soruları aktaralım:
– Sandık kurullarında kamu görevlisi olmayanların varlığı gerekçesi
gerekçeyse: YSK kendi sorumluluğunda olan bir durum için
nasıl olur da seçmen iradesini yok sayarak seçmeni
cezalandırabilir?
– Oy kullanırken pusulalarla birlikte verilen zarfta sadece
büyükşehir pusulaları mı çıkarılıp değiştirildi?
– Oyları “çalan” CHP ise AKP, İstanbul’daki 39
ilçenin 24’ünü nasıl kazandı?
Usulsüzlükmüş gibi sunulan, sandık kurullarında bankacıların yer
alması YSK genelgesine uygunken, bir üyenin usule aykırı
atandığı varsayımı altında bile nasıl olur da bütün sandık kurulu
usulsüz hale gelebilir?
PEKİ NEYİ UNUTMAMALI