Bir an. 11’i tutuklu 17 yazar, yönetici, avukat ve muhabiri için
hazırlanan iddianameyle ilgili şu vahim tabloyu unutalım:
-Soruşturmayı da, Cumhuriyet yazar ve yöneticilerini gözaltına
aldırarak 5 aylık tutukluluk sürecini de başlatan savcının FETÖ
sanığı olarak yargılanışı...
-305 sayfalık iddianamede, ceza yargılamasında karşılığı bulunan
somut tek delil sunulamayışı...
-Delil diye sunulanların “irtibat”, kanaat ve izlenimden
ibaret oluşu...
-Gazeteciliğe, -O zamanki anılışıyla Cemaat’in yargıda etkin olduğu
zamanları hatırlatır tarzda- sınır çizme, kamu yararını değil,
devleti önceleyen rol biçme, yeni tanımlar getirme
çabaları...
-Yan yollardan dolanarak, özel hukuk hükümlerine tabii vakıf
meselesi ile bu soruşturma arasında bağ kurulması...
Evet; aslında biri bile iddianameyi boşa çıkaracak nitelikteki bu
unsurların hepsi bir kenarda dursun. İddianame,
Cumhuriyet’e, “yayın çizgisinin değiştiği 2013’ten bu yana,
terör örgütlerinin savunucusu ve kollayıcısı
olduğu” suçlamasını yöneltiyor. Bahse konu terör örgütleri
de:
FETÖ/PDY, PKK/KCK, DHKP-C.
Türkiye’nin mükemmel bir hukuk devleti olduğu varsayımı altında, üç
terör örgütünü aynı anda savunup kollamak yeterince ağır bir
suçlama, öyle değil mi? O vakit aynı varsayım altında sayın
savcılara şu basit soruyu sormak, gazeteciliğe dahildir:
Madem ki, üçü de birbirinden tehlikeli, birbirinden korkunç,
birbirinden devlet düşmanı bu terör örgütlerinin aynı anda
savunuculuğu ve kollayıcılığı yapıldı; yapılmakta.
Üstelik bu kollayıcılık ve savunuculuk iddianameye göre 2013’ten bu
yana sürmekte.
Lütfen izah eder misiniz, neden Ekim2016’ya kadar beklediniz? Üç
terör örgütünün kollayıcılığını eşzamanlı yapan kişi ve kurumların,
bu suça meyyal olduğunu anlamak için dört yıl mı geçmesi
gerekiyor?