Sevgili Murat,
Dünya Emekçi Kadınlar Günü vesilesiyle “Hayal ettiğim
çiçekleri -ki hepsi papatya- lütfen kabul
buyurun” diyordun.
Silivri’de yazılı bir mesaj alıp vermek size yasak olsa da sözle
yaptın sen bunu.
Görüşmenizde şifahi olarak yolladığın düşsel papatyaları, ben de
her telefonunda istisnasız ilk kelime olarak
duyduğum “kardeş” kontenjanından kabul
ediyorum.
İster teşekkür say bu mektubu, ister tahmin edebileceğin gibi senin
şahsında, cezaevinde haksız hukuksuz uzun tutukluluğa maruz kalmış,
küçüğüm-büyüğüm konumundaki bütün meslektaşlarıma birikmiş bir
toplu sesleniş.
Söylemeyi en çok önemsediğim ilk şey, hatırlama ve unutmaya
dair.
Sizi unutmuyoruz.
Yazdığımız başka başka şeyler bu zannı vermesin. Dışarıda
bulunmanın kıymetini, en iyi bildiğimiz şey olan “haber vermek
haberdar kılmak” işini aksatmadan yapma önceliğimiz var. Bu
sebeple işimizi yapmak, unutuş değil aslında hatırlayışın ta
kendisi.
Gerçeği anlatmakta direnmek, sizlerin sadece iyi gazetecilik
yaptığınız için cezaevinde olduğunuz gerçeğinin altını çizmenin bir
başka yolu.
Yoksa pencereden içeriye dolan güneşin, tam da o anda bulunduğunuz
koğuşa uzanıp uzanmadığını, ağır metal kapıların açılıp kapanış
seslerini zihnimden geçirmediğimiz bir gün yok. Güneş dediğime
bakmayın. O içeriyi düşünmenin, sık sık “içeriye” firar
eden aklın kuvvetli bir sembolünden ibaret. Işığa, hem de sıcaklığa
tekabül ettiği için kuvvetli.