İki gün önce İstanbul’daydım. Havaalanından şehir merkezine
giderken bir ara kendimi Türkmenistan’da sandım.
Yolun iki yanında aralıklarla
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın devasa fotoğrafları
yer alıyor. Yanında millet için, birlik için gibi somut olmayan
önermelerle eveti dikte eden panolar. Türkmenistan hissi uyandıran,
yolda bir Cumhurbaşkanı fotoğrafı görmüş olmak değil tabii. Afişin
boyutları.
Bugüne dek, kaç seçime tanıklık ettiğimi hatırlamıyorum. Ama
yaşadığım süre boyunca, Türkiye’de bu kadar büyük açık hava görseli
görmediğimi not düşeyim. Afişin eni ve boyunun bir dili var. O dil
şöyle diyor:
Bakılan kişi öyle yüce, öyle ulu, öyle yukarılarda ki, oraya bakan
kendini küçücük, güçsüz hissetmeli.
***
Aslında anayasa değişikliğiyle istenen de tam olarak
bu.
Yurttaşlığı küçük gören, nihayet ortadan kaldıracak bir teklife
evet dememiz isteniyor bizden. 16 Nisan’da işte bu devasa afişlere,
fiziken yansıtılan niyetin anayasal bir zemine oturtulması
hedefleniyor. Yurttaş olma hak ve hukukunu güvence altına alan
parlamenter sistemi içi boş bir kabuğa dönüştürerek.
Fakat bu niyet açıkça söylenmediği için, gerçeğin hukuksal düzlemde
ortaya çıkıp görünür hale gelmesi telaşa yol açıyor. Bu telaşı
Cumhurbaşkanı’nın Meclis’i feshetme yetkisine dair tartışmada bariz
biçimde görüyoruz.
Anlaşılan o ki, Meclis’i fesih yetkisinin bu kadar geniş bir
itirazla, giderek tabanda tepkiyle karşılaşacağı tahmin edilmedi.
Dört bir koldan fesih ve yenilemenin aynı şey olmadığı bağırılıp
duruyor.