Türkiye; tarihinde emperyalist müdahalelere,
tehdit ve şantajlara bu denli açık kılınmadı. Memleket, Batı
sisteminin parçası olarak da bir ‘direniş damarı’
barındırdı. Siyaseten beğenelim-beğenmeyelim, 1974 Kıbrıs Harekâtı
ve sonrasında ABD’ye diklenen böylesi bir damardı. İran-Irak
savaşında karşıt ideolojiye rağmen komşuya ambargo uygulanmaması;
Özal’ın Körfez savaşı hevesinin gemlenmesi;
Meclis’in, hükümetin bastırmasına direnerek Irak işgaline ortaklık
etmemesi, yine böylesi bir damardı. Türkiye o günlerde de Batı
sisteminin parçası, ABD’nin ‘yakın müttefiki’ ve
NATO üyesiydi.
Lakin hepsinde öyle yahut böyle, kuruluş DNA’sına işlenmiş
antiemperyalist damar ve refleksini bir şekilde muhafaza etmiş
yerleşik bürokrasinin tavrı ile toplumsal muhalefetin gücü
karşısında yine beğenelim- beğenmeyelim duracağı yeri bilen bir
yönetim ve kurumsal yapının bulunmasının payı vardı.
Yani bugün geldiğimiz yerin tam aksi...
***
Deniliyor ki, ABD’de daha iki hafta önce
uğruna iki nota verilen İran asıllı ‘hayırsever’ Türk
vatandaşı işadamı Reza Zarrab’ın odağında olduğu
devasa para aklama davası ‘siyasiymiş’. Ya ne olacaktı?
ABD Hazine Bakanlığı’nın sitesinde gayet net
‘yaptırımların Amerikan dış politikası ve ulusal
güvenlik hedeflerinin başarılması için uygulandığı’
yazılır. ABD bu haksız yaptırımları küresel gücü uyarınca uygular.
İran’a da öyle yapıldı, nükleer programı vesile edilerek
yaptırımlar konuldu. Bunları delen AB şirketleri ve BNP Paribas,
Deutsche Bank gibi namlı kuruluşlara cezalar bile kesildi.
Türkiye’ye ise zaruri olarak komşusundan petrol ve gaz satın alan
ülke olduğu için açıkça ‘imtiyazlı’ davranıldı. Birkaç
ülke ile birlikte İran’a para ödemek yerine ticaret yapmasına geçit
verildi. Maalesef Ankara için dert yaptırımların delinmesi olmadı.
Esasen yaptırımları uygulamak ‘suç’ olması gerekirken,
Ankara’dakiler ağızlarını açıp ‘Hayır ben komşuma yaptırım
uygulamam’ demedi. Zira işin içinde başka bit yenikleri
vardı.
Dolayısıyla bugünkü Zarrab davasının açıkça bir rüşvet çarkına
dönüştürüldüğünü göstermesi şaşırtıcı değil. Neoliberal küresel
düzenin yerli işbirlikçilerinin kirli çamaşırları da siyasi
sebeplerle dökülmekte. Bırakın Türkiye’yi, İran’ı, Zarrab davası
öyle görünüyor ki eski danışmanı Flynn üzerinden
Trump’a karşı bile kullanılacak.
***
Bizim için mühim olan bunların hangi
heveslerle yapıldığı. En başta siyasal İslamcılığa yıllardır
yatırım yapmış Batı’nın Ortadoğu’daki ‘rol modeli’,
jeopolitik çıkarlarına en iyi hizmeti veren olma arzusu. Bu yolda
Cumhuriyet’in ‘direniş damarını’ da içeren kurucu
ideolojisi ayakbağı idi. ‘Yeni Osmanlıcılık’ hevesleriyle
‘ılımlı İslam’ sofrası kuruldu. Komşu Suriye’ye karşı
vahşi savaşın en önemli aygıtı haline gelindi. İran’a yaptırımlar
‘fırsat bilindi’.
Ne vakit ABD’nin rejim değişikliği projesi başarısız oldu, o vakit
külahlar değişildi. Mısır’dan Suriye’ye Batı şemsiyesindeki
İhvancılık kabak gibi ortada kaldı. Yenilgi kabullenilmeyip
Amerikalılar komşu ülkeyi işgale bile çağırıldı.
Obama yönetiminin ABD müesses nizamının kınayıcı
bakışları altında İran ile nükleer anlaşmayı zorlayıp Körfez’in
Sünni monarşileriyle ilişkileri dengeleme politikası ‘soğuk
nazarlarla’ izlendi. Vahhabi/Selefi Suudilerle ‘Sünni
İslam ittifakı’ pozları verildi. Taa ki ABD’nin yarattığı güç
boşluğunu Rusya doldurana kadar...
***