Ergin Yıldızoğlu Hocamız dünkü yazısında
içinde yaşadığımız diyarı ‘Absürdistan’ isimlendirmesi eşliğinde
pek güzel özetlemiş. Oysa ben bu hafta uluslararası bir meslek
kuruluşunun toplantıları için gittiğim Viyana’da, aynı
‘Absürdistan’a dair soruları yanıtlamakta çok zorlandım.
Hükümet yetkililerinden, ülkelerinin çıkarlarını uluslararası
siyasetin soğuk gerekleri üzerinden yürütenlerden söz etmiyorum. En
başta kendi seçilmiş yöneticilerinin politikaları olmak üzere,
toplumlarını etkileyecek her türlü karar ve gelişmeye karşı
eleştirel yaklaşımı ‘en temel insan hakkı’ olarak algılayan
gazeteciler, sivil toplum kuruluşlarının yetkilileri ve yargı
mensuplarından söz ediyorum.
En başta Türkiye’ye baktıklarında gazetecilere reva görülenleri
idrak edemiyorlar. Onlara göre, demokrasinin temel koşulları medya
ve ifade özgürlüğü. Yani düşünce özgürlüğünün bulunduğu bir
toplumun olmazsa olmaz tezahürleri. Onlara göre bu, insanların
diledikleri gibi düşünebilmesi, düşündüklerini şiddete başvurmadan
ve şiddeti aleni biçimde telkin etmemek kaydıyla diledikleri gibi
yaymaları (aleni propaganda yapmak) hakkı. Gazetecilik bu bağlamda
kamuoyunu doğru ve objektif bilgilendirme ve kanaat tesis
edilmesini sağlama hakkı ve sorumluluğu anlamına geliyor.
Sağlaması, meslek ilkeleri ve etiğinin yanı sıra yerleşik teamüller
ve geleneklere dayanıyor. Bunlara aykırı davrananı deşifre edip
ayıklayacak potansiyel barındırıyor.