Suriye’de siyasal İslamcılık üzerinden
açılmış paylaşım savaşı, sancılı biçimde sona ermekteyken;
Ortadoğu’da başrolünde Kürtlerin bulunduğu yeni bir kriz
tetikleniyor.
ABD’nin kitle imha silahı yalanıyla 2003’te
daldığı Irak’ın de facto bölünmesinin artık resmiyete
erdirilmesinden söz ediyoruz. Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi
(IKBY) lideri Mesud Barzani,
pazarlıklarla ertelemeye ikna edilemezse, IŞİD’in açtığı yolda
alınmış tartışmalı yerler dahil edilerek 25 Eylül’de düzenlenecek
bağımsızlık referandumu, yeni çatışma potansiyelleri
barındırıyor.
Uluslararası literatürde, kâğıt üzerindeki
haliyle “kendi kaderini tayin” ilkesi, iyi hoştur da,
işletilmesi koşullara bağlıdır. Hele de Ortadoğu gibi tarihsel
husumetlerin derin, altüst oluşların ise bitmediği bir
coğrafyada…
***
Iraklı Kürtler, ABD’nin işgal sonrası
2005’te yazdırttığı ve etnik ve mezhebi kimliklerin bir arada
yaşamasını temel alan, geniş özerklik içeren, merkezi hükümette
bakanlıklar ve cumhurbaşkanlığı makamının da sunulduğu anayasal
düzen altında ‘yaşayamadıklarını’ söylüyorlar. Bunun
yerine biraz utangaç ve çelişkili manzara çiziyorlar. Söylemleri
bir gün, ‘Aslında Kürdistan olmayacak,
herkesi kapsayacak’ oluyor, bir gün
‘Ulus
devlet istemiyoruz’,
ertesi gün ‘Yüzyıllık
rüyamızı gerçekleştireceğiz’…
Hiçbirisi ‘kim, kiminle, niçin
yaşayamadı’ ve ‘yarın
kim, kiminle, nasıl yaşayabilecek’
sorularına rasyonel yanıt sunmuyor.
Belki de küreselleşmenin göbeğinde geç
uluslaşma serüveni, çelişkili söylemleri mazur gösterebilir.
Unutulmamalı ki 20’nci yüzyılda da kimse ‘biz diğerlerini ezip
yok edeceğiz’ diyerek
ulus devlet kurmadı. Mesele sosyo-ekonomik çıkarlarla ilgili ve bu
da maalesef niyetleri aşıyor.