Amerikan süper devleti ve yöneticilerinin dış politika
icraatlarına dair ‘çiçek çocuk’ hikâyeleri kurgulayacak değiliz.
Lakin Barack Obama’nın ‘Amerikan devletine rağmen’ yarattığı
farkları da görmeli. Obama bugün Amerikan siyasi tarihinin en zorlu
iki meselesi, Küba ve İran’la ilişkilerde barışın yolunu açan
başkan olarak tarihe geçmeye aday. Mottosu “Eğer bir şeyi 50 yıldır
yapıyorsanız ve işe yaramıyorsa, yeni bir şey denemelisiniz.”
Obama, 2009’da göreve başladıktan bir yıl sonra 1970’lerin talihsiz
Demokrat Başkanı Jimmy Carter’a bile benzetildi. Küresel mali
krizin sarstığı bir Amerika ve George W. Bush’tan miras dış
politika enkazı devralmıştı. Carter sendromuna tutulup 2. dönemi
göremeyeceğini söyleyen çok olmuştu. Köprülerin altından çok sular
aktı. Obama’nın dış politika hedefi, Amerika’nın pahalı
yükümlülüklerini sınırlandırmak, ödenen bedelleri ve riskleri
azaltmak, kendine övgü Amerikan demokrasisini ihraç malzemesi
yapmadan emsal kılmak, ortaklarıyla iş görmek, diğer büyük güçlerle
gerilimden mümkün olduğunca kaçınmaktı. Büyük ölçüde oldu. Miras
seçtiği iki meseleden Küba ile barışı geçen hafta Raul Castro ile
yarım asır sonra buluşan ilk Amerikan başkanı olarak taçlandırdı.
Bu ay başında Lozan’da İran ile varılan nükleer çerçeve anlaşması
da verili statükodan semiren güçler takoz koysa dahi tarihe geçmeye
aday.