IMF, Temmuz 2017 raporunda, büyük gelişmekte olan ve gelişmiş
ülke ekonomilerinde göreli-kısmi büyüme artışları olacağını ancak
dünya büyüme ortalamasının yüzde 3.5’te kalacağını öngörmüştü.
Burada dikkat çeken hususun, başta ABD olmak üzere, gelişmiş ülke
büyümeleri, ortalama yüzde 2 ile, gelişmekte olan ülkelerin çok
altında bir performans sergilemeleri... Fed’in, bütün çabasına
rağmen, ABD büyümesi, enflasyon, işsizlik verilerinde istenilen
düzeye erişemiyor. Esasında, Fed’e rağmen aşılamayan bu kısırlık
bize gösteriyor ki mesele yalnız “parasal” genişlemeyle
çözülemeyecek kadar derin.
Nükleer gevezelik...
Krizin bu denli ve yapısal olması tabii ki Trump’ın aklına önce
Soğuk Savaş çözümlerini, sonra da savaşı getiriyor. Bu çerçevede
geçen hafta yaşadığımız “nükleer gevezelik” bir Soğuk Savaş mirası
olsa da 1947 ile 1991 arasında yaşanılandan biraz farklı. Bu sefer
K. Kore, hem ABD hem de Çin için figüranlık yapıyor ve meselenin,
Çin ile ABD arasında Pasifik’ten başlayan yeni ticaret düzeni
hâkimiyeti sorunu olduğunu görmemizi de engelliyor. Oysa bir önceki
Soğuk Savaş, açıktan ABD-Sovyetler üzerinden dünyanın yeniden
paylaşımının (nükleer) dengesiydi.
Obama ve Hillary Clinton, ABD’nin Pasifik hâkimiyeti sorununu
Çin’le kısmi uzlaşma yaparak ve Trans-Pasifik hattını oluşturarak
çözmeye çalışmışlardı. Ancak hem Trans-Pasifik’in hem de
Trans-Atlantik hattının yürümeyeceğini Obama bile son dönemlerinde
anlamıştı. Anladığı için de son dört yılını Türkiye’nin yeni dünya
düzeninde hiçbir etkinliğinin olmamasına çalışarak geçirdi. Suriye
iç savaşını ve Ortadoğu belirsizliğini, buradaki terör yapılarını
ve nihayet PKK-PYD terörünü destekledi. DEAŞ da bu anlamda bir
Obama dönemi örgütüdür. Çünkü hem Trans-Pasifik hem de
Trans-Atlantik ticaret düzeni, ABD’nin, Çin ve Rusya’yı
“yumuşatarak” yanına alması ve dünyanın geri kalanını -neredeyse-
yok sayması üzerine bina edilmişti.
Bu tasarıda, Asya’da G. Kore’nin bile pek öyle inisiyatifi yoktu.
“G. Amerika, Afrika, Kafkasya coğrafyalarında ise, hiçbir ülke,
başını kaldıramayacak ve eski neoliberal politikaları ezbere
uygulayacaklar, yeni sanayi devriminin (Endüstri-4.0) yapıcısı
değil, tüketicisi ve pazarı olarak konumlanacaklar, finansal
yapıları da Londra, New-York ve Frankfurt’a bağlı olacaktı.”
Obama döneminde ABD’nin hesabı şuydu; “Dünya ticaretini merkez
gelişmekte olan ülkeleri etkinsizleştirerek elimizde tutarsak,
sürekli açık vermemiz sorun olmaz. Hatta dolara dayalı bir ticaret
için iyi de olur. Çin’le yaptığımız ticaretten sürekli devasa
açıklar vermemizin de önemi yok, çünkü günün sonunda, Çin, verdiği
fazla ile dolar ve ABD kâğıdı almak zorunda...
Asya’nın batısı için de bu böyle... Körfez’de petro-dolar sistemi
devam ediyor. Türkiye ise AB’ye ekonomik olarak entegre ve dolara
dayalı borç ekonomisini sürdürecek. Avrupa’da Almanya merkezli yeni
konsolidasyon Avrupa’nın doğusunu da esir alacaktı. Zaten Rusya’nın
eski toprakları olan Doğu ve Kuzeydoğu Avrupa ülkelerindeki
“liberal” devrimler de, Trans-Atlantik düzeninin kaleleri olarak
ortaya çıkıyordu.”