Hiç şüphesiz ki tarihi günler yaşıyoruz. AK-Parti’nin 2011
Haziran seçimlerini yüzde 49.9 oy oranıyla kazanmasından sonra olup
bitenler çok açıktır.
Türkiye, 2008 yılında IMF ile 20. Stand-By anlaşmasını yapmadı...
İşte bu, bize göre, Erdoğan’ın yeni bir Türkiye yolunda attığı en
güçlü adımlardan biriydi. Bu adım, tarihe sessiz devrim olarak
geçecek süreci ekonomik olarak da başlattı. Bu, 2010 ve 2011
yıllarına yüksek ve kapsayıcı büyüme olarak yansıdı.
Türkiye ve AK-Parti, bunun siyasi sonuçlarını, Anayasa
referandumunda ve 2011 Haziran seçimlerinde gördü. 2009
küçülmesinden sonra, üst üste iki yıl yüzde 10’a yaklaşan büyüme,
yalnızca 2009 küçülmesinin baz etkisi ile yukarı çıkan bir iç talep
patlaması değildi. Bu büyüme oranları, ihracat ve sanayi ağırlıklı
kapsayıcı bir büyüme sürecinin başlangıcı olarak kendisini
gösterdi.
Bu çok önemli tarihsel -ekonomik- başlangıcın siyasi sonuçlarını
çok geçmeden görmeye başladık. Sosyolojik olarak hazır olan orta
sınıf, bu kapsayıcı büyüme ivmesiyle bir siyasi güç olacağının
farkına vardı ve kendisini AK-Parti’de ifade etmeye başladı. 2011
seçimlerinin yüzde 50 oy oranı bunun en somut ifadesiydi. Ama bu
siyasi uyanışın hızlandırılmış ekonomik sonuçları da olacaktı.
Orta sınıfın devrimi...
Türkiye’nin batısında öbeklenen hakim finans ve “sanayi” sermayesi,
daha önce kendisinin ancak bayisi olan yeni bir sanayinin ortaya
çıkmakta olduğunu/olacağını gördü. Zaten Anadolu’nun birçok sanayi
kentinde KOBİ ekonomisi hızla, büyük sermayenin ara malı
tedarikçisi ve dağıtıcısı olmaktan çıkarak ihracat yapmaya
başlamıştı bile...