Başlık hamaset gibi gelebilir ama
gelmesin. Sebebini açıklayacağım. Önce tarihten bazı örnekler
vereyim. Küba 1950’lerde Fransa büyüklüğünde bir ekonomiye sahipti.
Yoksul olmadığı gibi insanların rahat yaşadığı bir ülkeydi.
Sanayisi, geçim durumu gayet olumluydu.
1956’dan
sonra Fulgencio Batista ile Amerika’nın
arası açılmaya başladı. Küba ekonomisine başta United Fruit olmak
üzere birçok Amerikalı şirket hâkimdi. Amerika, Batista’nın bazı
uygulama ve sertliklerinden şikâyet etmeye başladı. Ekonomik
desteğini çekti. 1958’in Ocak ayından itibaren Batista zorlanmaya
başladı. Kapıldığı paniği de atlatamadı. 31 Aralık 1958 gecesi
kiraladığı özel bir uçakla ülkeden kaçtı. Godfather
2’de Küba’nın siyasi ve ekonomik
durumu Michael Carloene ve Hyman Roth arasındaki
mücadele üzerinden çarpıcı bir şekilde anlatılır. Herkese
izlemesini tavsiye ederim.
Batista’nın ülkeden kaçtığını
öğrenen Castro dağdan indi ve yönetimi
ele aldı. Aslında büyük bir kalabalık ya da halk desteğiyle
iktidara gelmedi. Batista kaçtığı için iktidara geldi. Amerika
durumu kavrayamadı. Burnunun dibindeki ülke avucundan uçtuğunda
olan biteni anlayamadı. Artık iş işten geçmişti. O müreffeh ülke
gitmiş, yerine Castro’nun saçma sapan komünizm anlayışıyla
yönetilen berbat bir ülke hâline gelmişti. Fransa ayarındaki ülke
üçüncü dünya ülkeleri arasında en fakirlerden biri hâline gelmişti.
Halk yıllarca yoksulluktan perişan oldu. Dünya medyası, genelde
solculardan oluştuğu için Castro’nun cinayetlerini pek yazmazlar.
Küba’nın da bu sefil durumu görmezden gelindi.
Amerika daha sonra Castro’yu
devirmek için çok şey yaptı ama başaramadı. En güvendiği ülke,
düşmanı olmuştu.
Bir Fransız gazeteci 1960
darbesinden hemen önce “dünyadaki demokratik olan ve olmayan
ülkeler” diye bir liste yapmıştı. O listede Fransa yarı demokratik
ülke, Türkiye ise tam demokratik ülke olarak geçiyordu. Küba asla
Türkiye değildir. Ne nüfus ne de ekonomi-politik olarak bizimle
aynı. Olması da mümkün değil.
Mevcut ABD yönetimi Orta Doğu’da
neyin ne olduğunu pek kavrayamıyor. Aslında ABD yönetimleri
Türkiye’nin önemini bilir ama şu anki kafayı anlamak mümkün değil.
Süleyman Soylu ve Abdülhamit Gül’e yönelik yaptırım skandal değil
alçaklıktır! Bunu akılla anlamak da mümkün değil.
Akılla anlayamadığımız için, ABD
yönetiminin 2 numarasına bakmak lazım. Yani Başkan Yardımcısı Mike
Pence’e. Amerika’da Evanjelistler Cumhuriyetçilere oy veriyorlar.
Evanjelistlerin tuhaf bir inançları var. Brunson ev hapsine alınmış
ve belki de tahliye edilecekti. Amerika’da Pence’in başını çektiği
grup Brunson’ın tahliye edilmesini
istemiyor. “Tanrı’yı kıyamete zorlama
ekolü” mensubu bir bağnaz Pence. Bu
ekol, “Kriz büyüsün dünya karışsın ve İsa yeniden
dönsün” gibi delice bir inanca sahip. Muhtemelen
hâkimlerimiz tam tahliye verecekti. Pence ve ekibi Brunson’u
göndermesinler ve kriz büyüsün diye yaptırım kararı
aldılar.
Pence kafası bağnaz köktendinci
bir kafa. Orta Doğu’da ortam kızışsın istiyor bu
Evanjelikler. Orta Doğu kızışsın, daha çok kan dökülsün
istiyorlar. Brunson gönderilse en çok bu Pence denen bağnaz ekol
üzülür. Rahip Brunson güvenlik bürokratlarımız dâhil bu işi bilen
herkese göre ajanın teki ve asla iyi niyetli değil. Millî
menfaatlerimiz için göndermek gerekirse zaten
gönderilir.
Şayet bu gergin ortam devam
ederse bize de zararı olur ama ABD bu işte daha çok kaybeder.
Türkiye gibi 80 milyonluk büyük bir ekonomik gücü, devasa ordusu
olan ülkeyle çalışmamanın faturasını ABD önünde bulur. Eğer ABD
geri adım atmazsa sonuçlarını hep beraber göreceğiz. Zaten
bakanlarımıza yönelik yaptırımlar asla sürdürülebilir
değil…