MERAK ETTİĞİM ŞEYLER
Yandaş tetikçi medya, askerlikteki yeni düzenlemeleri
“devrim” başlıklarıyla duyurdu.
En çok sevindikleri şey; bedelli askerliğin artık
kalıcı hale gelmesi.
Bundan böyle üç beş kuruş parası olanlar bedelli
askerlik gelecek diye kaçım kaçım kaçmayacak.
Verecekler paralarını, askerliklerini banka
şubelerinde yapacaklar.
Bunun dışındaki devrimler şunlar;
Askerlik fiilen 6 aya iniyor. 6 ay
erlik yapanlar bu sürede beş kuruş
almayacak ama eğer sürelerinin bitimine kadar devam etmek
isterlerse kalan 6 ay boyunca maaş alacaklar.
Artık sadece üniversite mezunları değil yüksekokul
mezunları da yedek subaylık yapabilecek.
Yedek subaylar maaşlı olarak 12 ay silah altında
tutulacak.
Devrim açıklamasını Erdoğan yapmış.
Açıklamada “kısa dönem askerlikten” söz
edilmediğine göre o sistem devam ediyor.
Bu durumda ortaya çıkan manzara şudur;
1- Parası olan eğitim düzeyi ne olursa olsun askere
gitmeyecektir.
2- Üniversite ya da
yüksekokuldan mezun olanlar, isterlerse kısa dönemden er olarak
yararlanabilecektir.
3- Üniversite ve
yüksekokul mezunları isterlerse 12 ay maaşlı yedek subaylık
yapabilecektir.
4- Ortaokul ve lise mezunları
12 aylık askerliğin 6 ayını ücretsiz yaptıktan sonra isterlerse
terhis olabilecek. Askerliğinin tamamını yapmak isteyenlere kalan 6
ay maaş ödenecek.
Merakım şu; bir savaş çıkması ya da
sınır içi ya da dışı bir askeri operasyon söz konusu olduğunda,
göreve bu askerlerden hangileri gidecek.
Bedelli gidemez çünkü temel eğitimi bile sadece
21 gün sürüyor.
Kısa dönem askerlik yapanları kışladan bile
çıkarmıyorlar.
Yedek subaylar büyük oranda sıcak çatışma içinde
tutulmuyor.
Kala kala parası olmadığı için bedelliden
yararlanamayan, eğitimsiz olduğu için yedek subaylık yapamayan ve
ihtiyacı olduğu için 6 aylık askerlikten sonra 6 ay da parası için
tezkere almayanlar kalacak.
Savaşa da bu çocuklar gidecek.
Toplumun
en yoksul, en eğitimsiz kesimi diğerleri için
şehit olacak.
Tamam, herkes huzur içinde uyuyabilir artık.
BUNU YAZMAK GEREK
Saray tarafından İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adaylığına
atanan Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Binali
Yıldırım, bu görevinden lütfedip istifa ediyor. Aday
olduğu günden itibaren kendisine Anayasa
hatırlatılmıştı.
Anayasa; Meclis Başkanı’nın ve Başkanlık Divanı
üyelerinin görevleri boyunca herhangi bir partinin
siyasi çalışmalarına ve propaganda eylemlerine
katılamayacağını hükme bağlıyor.
Ancak Cumhurbaşkanı, “Bunda bir sakınca yok”
deyince Binali Yıldırım da “Konu benim dışımda, istifa edip
etmemeyi düşünmem bile” demişti.
Muhalefet partileri bu çok açık Anayasa
çiğnenmesine aldırmadılar bile. Çünkü muhalefetin o sırada
derdi kazanılacak belediye başkanlıklarına, kimin
adamlarının atanacağı idi.
Ancak sonuçta sarayın talimatına rağmen Binali
Yıldırım istifa ediyor.
Bahçeli’nin dediği gibi “çok erdemli olduğu” için
istifa ettiğini sanmıyorum.
Partiler son aday listelerini YSK’ya verdiler.
Şimdi YSK bunları inceleyecek ve adaylıkları
kesinleştirecek.
Hiçbir kural tanımayan Yüksek Seçim Kurulu bile bu duruma
bir kulp takamayınca, istifa kaçınılmaz oldu anladığım
kadarıyla.
Ama şu gerçek de ortaya çıktı bu istifa ile;
Binali Yıldırım’ın Meclis Başkanlığı’ndan istifa etmeden
adaylık propagandası yapması Anayasa’ya göre suçtur. Bu nedenle
istifa bir zaruret halini almıştır. Ama geçen sürede bu suç
işlenmiştir ve hukuk çalışabiliyor olsa, Yıldırım’ın bu adaylığının
iptal edilmesi gerekir.
Bu olacak mı?
Güldürmeyin. Olur mu öyle şey? Sanki ortada bir
Anayasa var.
ÖNERİ
Son iki haftadır sevgili annemizin rahatsızlığı
nedeniyle Bakırköy Sadi Konuk Devlet Hastanesi’ne
çok sık gidip geliyorum.
Bu sayede devlete ait hastanelerdeki durumu çok
yakından izleme şansı da buluyorum.
Cumartesi günü yine gittiğimde kardeşim ve eşi,
dönüşte beni de arabalarına aldılar.
Kardeşim Cem, Mazhar Osman Ruh
Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde
uzun yıllar psikiyatrist olarak görev yaptı. Eşi
Dilek de aynı hastanede Nöroloji
Bölümü’nün klinik şefi.
Arabaları, kendi hastanelerinin olduğu bölümde olunca arka
kapıdan çıktık.
Burada ilk kez İstanbul Lepra Hastanesi’nin de
aynı kompleks içinde olduğunu gördüm.
Tabii Lepra Hastanesi adını görünce ister istemez
“Burayı kuran Türkan Saylan değil mi?” diye
sordum.
Üzüntülü bir sesle, “Evet öyle ama Türkan Saylan adını bir
türlü koymuyorlar. Oysa Türkiye’deki neredeyse bütün hastanelere
emeği geçen isimlerin adları konuyor. Türkan Saylan bu alandaki tek
kişi. Ve ne yazık ki onun adı bu hastaneye bir türlü
verilmiyor” dediler.
Gerçekten çok üzücü bir durum.
Eğer Türkan Saylan olmasa, Türkiye’de
lepra (cüzzam) konusu asla bugünkü noktaya
gelemeyecekti belki de.
Ama o yiğit bilim kadınının müthiş mücadelesi ile
cüzzam tehlike olmaktan çıktı artık.
Sırf bu iktidarın zihniyetiyle uyuşmadığı için
adını bu hastaneye vermeyi esirgediklerini düşünüyorum.
Yeni Sağlık Bakanı’na önerim; bu hastaneyi
Türkan Saylan adı ile onurlandırmalarıdır.