ANALİZ
Artık sona geldik.
Gün kalmadı.
Yüksek Seçim Kurulu bir karar vermek zorunda.
Tabii soru şu; “Bu kararı YSK mı verecek, yoksa kendisine
verilen talimatı kitabına uydurarak yerine mi
getirecek?”
Çünkü çok açık bir gerçek şudur;
“Erdoğan İstanbul’u feda edemez. Demokrasiymiş hukukmuş
hiçbiri umurunda bile olmaz.”
Kitabına uydurmak için
de ortaya bazı belgelerin konması gerek.
İşte iktidar ve yandaş-tetikçileri, 10 gündür bunu
halletmeye çalışıyor.
Milletin kafasına, “Ama bir hile yapılmış”
algısının yerleştirilmesi gerek ki; YSK da AKP’ye
kazandıracak formülü devreye sokabilsin.
Bu nedenle süreç bilerek isteyerek uzatılıyor.
Bir taraftan CHP ve diğer muhalefet partilerinin sinir
sistemi harap edilirken diğer taraftan sıradan halkın
“hile yapıldığına inanması” sağlanmaya
çalışılıyor.
Ekranlarda konuşanlara dikkat ediyor musunuz?
Son derece “mürai” biçimde “Ama”
diyorlar “Ne var bunda, herkesin gönlünün rahat olması,
hakkaniyete uyulduğunun görülmesi sizi niye rahatsız
ediyor?”
Oysa aynı isimler, üstelik bu seçimin
yapıldığı 31 Mart akşamı, ekranlara çıkarak
“Ben kazandım” diyen Yıldırım’a destek vermişler
ve “İtirazlar olabilir, YSK kararlarını da beklemek
gerek” dememişlerdi.
Aynı isimler referandumda “tam kanunsuzluk”
olmasını görmezden geldikleri gibi “demokrasiye uygun
olanın da bu olduğunu” anlatmak için akıl almaz yöntemlere
başvurmuşlardı.
Aslına bakarsanız defalarca dile getirdiğim gibi iktidar,
İstanbul’u alacağından çok emindi.
Her şey buna göre hazırlanmıştı ama o gece oyun
bozuldu.
Ondan sonra başladı bu itirazlar.
Bana göre; esas plan İstanbul halledildikten sonra Ankara,
Adana, Antalya’da seçimlere itiraz etmek ve 10 gündür
İstanbul’da yapılanları buralarda yapmaktı.
Ama İstanbul’da öyle bir faciaya uğradılar ki
diğer kentleri şimdilik unuttular.
İstanbul’da son anda yapılacak bir “olağanüstü
itirazla”, yeniden seçim kararı alınabilir.
Burada bir pürüz var.
O da şu; “Olağanüstü itiraz için önce seçimi kazanan kişiye
mazbatasının verilmesi gerek. Yani İmamoğlu mazbatasını alacak ve
belediyeye başkan olarak girecek. İşte AKP kurmayları bunu göze
almaya korktukları için İmamoğlu’nu belediyeye hiç sokmayacak
formülü buldurmaya çalışıyor.”
Halkın kafasında
“bir hile olmuş” algısını iyice yerleştikten sonra
seçim tekrarlatma yoluna gidecek olan AKP, buradan
zaferle çıkacağını hesaplıyor göründüğü
kadarıyla.
Çünkü yerel seçimler öncesi tüm Türkiye’de gösterdikleri
devlet gücünü bu kez sadece İstanbul’a
yığacaklar.
Espri gibi kabul edin tabii ama gökten altın bile
yağdırabilirler.
Milyarlarca lira harcayabilirler.
Ama şunu söyleyeyim;
Tarihin her döneminde baskıcı, halkı kandıran, yıldıran ve
eziyet eden iktidarlar gelmişlerdir.
Hiç
gitmeyecekleri düşünülmüştür çoğu kez.
Ama her
seferinde, akıl, bilim ve insanlık kazanmıştır.
CANIMI SIKAN ŞEYLER
Nisan ayı Türkiye’nin “dert” ayıdır.
Çünkü bütün mesaimizi çeşitli dünya ülkelerinin 24 Nisan’ı
“Ermeni Soykırımını Anma Günü” olarak kutlamasını
önlemeye veririz.
“Aman” deriz “Amerikan Kongresi’nden böyle
bir karar çıkmasın, Amerikan Başkanı soykırım kelimesini telaffuz
etmesin.”
Başkan soykırım değil de
trajedi kelimesini kullanırsa seviniriz.
Ancak son yıllarda durumu artık pek kontrol edemiyoruz.
Çok sayıda ülke 24 Nisan’ı “Ermeni Soykırımını Anma
Günü” kabul etti bile.
Son olarak Fransa da bu kararı alınca yine
öfkelendik.
Saray danışmanı, “Had-siz Fransa” demiş. Dışişleri
Bakanı da “Fransa kendi geçmişine baksın,
unutmadık” diye açıklama yapmış.
Bunların elbette dünya önünde hiçbir değeri
yok.
Ayrıca “Sen kendine bak” sözü de hem saçmalığın
dik alası, hem de farkında olmayarak bir suçu kabullenmek.
Çünkü “kendine bak” demek, “Sen de
aynısını yaptın” demektir.
Dışişleri Bakanı, Fransa’ya güya haddini bildirirken aslında;
“Evet biz soykırım yaptık ama sen de yaptığın için bize
bunu senin söylemeye hakkın yok” demektedir.
Devlet çadır devleti gibi yönetilince böyle oluyor
ne yazık ki.
ÖNERİ
Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı seçilen Mansur
Yavaş’ın ilk resmi görevi ne oldu biliyor
musunuz?
Rusya’dan dönen Erdoğan’ı karşılamak.
Artık bu
protokolden vazgeçilmeli.
Cumhurbaşkanının bir kente gidiş gelişinde karşılanması kuralı
“tarafsız cumhurbaşkanı” döneminde kaldı.
Cumhurbaşkanının Meclis tarafından seçildiği, devletin başı olma
özelliğinin yanı sıra sembolik görevlerinin olduğu dönemde
“devlete saygı” için bu protokolün uygulanması
belki doğru kabul edilebilirdi.
Ancak şu anda artık “icranın başı” olan
partili bir cumhurbaşkanı var.
Belediye başkanlarının her seferinde karşılama veya
uğurlama için havaalanlarına gitmelerine gerek yok.
Gerçi Yavaş’ın Erdoğan’ı karşılama protokolünde
yer alması yandaş medya tarafından “takdirle”
karşılandı ama sırf “Bakın bizde kompleks falan yok,
Cumhurbaşkanı ile uyum içinde oluruz” mesajı vermek için
bu tuhaf protokole uymak gerekmiyor.