ACAYİP YAZILAR
Kamuoyu muhtemelen çok yakından izlemiyor veya sonuçlarını
ciddiyetle değerlendirmiyor ama şu sıralar
Türkiye’nin başındaki en büyük sıkıntı S-400
olayı.
Konunun özü şu;
Erdoğan Türkiye’nin bir hava savunma sistemine
ihtiyacı olduğunu söylüyor.
Bunun için defalarca Amerika’ya başvurulduğunu ve Patriot
füzelerini satın almak isteğini anlatıyor.
Ama Amerika Patriot vermeye yanaşmıyor.
Erdoğan bunun üzerine alternatif arayışlara
giriyor.
Putin’le konuşup çok gelişmiş S-400 füzelerine
talip oluyor.
Putin derhal kabul ediyor.
Erdoğan hemen anlaşmaları imzalıyor, füzeler için
depozitoyu da yatırıyor.
Bu durum Amerika’yı hoplatıyor.
Hemen tehditler başlıyor.
Amerika Erdoğan’a Pentagon’undan Beyaz Saray’ına bütün yönetim
katlarından seslenerek “S-400’leri almayın, almanız halinde
Türkiye’ye çok ciddi yaptırımlarımız olur” diyor.
Türkiye kendi hava savunma sistemini kurma
konusunda haklı mı?
Erdoğan ve Putin, 8 Nisan’da S-400 füzeleri tedarikini görüştü.
Elbette.
Müttefiklerin bunu sağlamaması üzerine başka kaynaklara
yönelmesi doğru mu?
Elbette.
Amerika bizi bu konuda tehdit edebilir ve
şantaj yapabilir mi?
Olamaz öyle bir şey.
Nitekim Erdoğan da böyle
davrandı ve son açıklamasında “Bunlar daha Türkiye’yi
tanımamış. Biz bir konuda karar vermişsek bizi bundan kimse
alıkoyamaz” dedi.
Alkışlar alkışlar.
Peki, bu durumda
S-400 alacak mıyız?
Bana göre
hayır.
Türkiye bu maceraya daha önce de girmişti.
Yine Erdoğan, yine Amerika’ya tepki olarak bu kez Ruslarla
değil Çinlilerle anlaşma yapmıştı.
Amerika
yine kıyameti koparmıştı.
Sonunda Çin füzelerini almaktan vazgeçtik.
Tabii o olay unutuldu gitti, çünkü kamuoyunda
zaten çok ses getirmemişti, Erdoğan da üzerine yattı,
unutturdu.
Oysa şimdi durum biraz daha farklı.
Bir kere konu kamuoyu önünde çok tartışıldı.
Amerika Çin olayındakinden kat be kat daha fazla
baskı yaptı.
Erdoğan bu kez çok daha kararlı biçimde Rus
füzelerini alacağını söylüyor.
Ama alamayacak.
Alamayacak da geri
dönüşü nasıl yapacak?
İster misiniz bu konuda bizzat Rus lider Putin yardım etsin.
Olmaz olmaz demeyin.
S-400
füzelerini almamız halinde Amerika ile ilişkimizin aşırı
biçimde bozulacağı ve bundan da Türkiye’nin daha
büyük zarar göreceği herhalde kaçınılmaz bir gerçek.
Bunu elbette Erdoğan da biliyor.
Bunu bilen bir başka isim de Rus Devlet Başkanı Putin.
Sanıyorum Putin iki şeyin olmasını
istemeyecektir.
Birincisi; Türkiye’nin NATO‘dan ve batı blokundan
kopması.
İkincisi; Türkiye yüzünden Amerika ile arasının
açılması.
Türkiye’nin NATO’dan ayrılmasıyla birlikte Rusya ile
ittifak yapacağını tahmin etmek zor değil de, bunun
yürümesi veya karşılıklı olarak çok kârlı olması
mümkün olmaz.
Türkiye’nin tüm sistemini baştan aşağı
değiştirmeye kalkması Rusya’yı da maddi
manevi sıkıntıya sokar.
Türkiye’nin sadık bir NATO üyesi ama çok iyi bir
Rusya dostu olması Putin’in çok daha işine
gelir.
Ayrıca Rusya şu sıralar Amerika ile karşı karşıya
gelmeyi de istemez, çünkü ekonomik olarak henüz çok zayıf
Batı dünyasına karşı.
Petrol ve doğalgazı olmasa kolunu kaldıracak gücü
bile olmaz.
Bunları göz önüne aldığımda şunu görüyorum.
S-400’lerde sona yaklaşıyoruz.
Almamız
halinde sıkıntımız büyük olacak.
Erdoğan’ın egosu şu
sıralar Çin füzelerinde olduğu gibi “almıyoruz”
demeye uygun değil.
Ama bir bakmışız ki Putin imdada yetişiyor ve
“Vermiyorum” diyor.
Gerekçe mi istiyorsunuz.
Ondan çok ne var.
En başta Amerika “Rus füzesi ile bizim F-35’ler yan yana
olursa sırlarımızı alırlar” demiyor mu?
Rusya da aynısını söyleyebilir.
“Türkiye bu ikisini yan yana getirdiğinde bizim sırlarımız
Amerika’ya gider” diyebilir.
Putin “Türkiye bizim çok iyi dostumuz, bir füze için
Amerika ile arasının bozulmasını istemeyiz” de
diyebilir.
Veya “Türkiye yüzünden niye Amerika ile papaz olayım
ki” kararına da varabilir.
Sonuçta S-400 füzelerini sanki hiçbir şey olmamış
gibi “almama ihtimalimiz” var ve bunu Putin’in
sağlaması belki de en hayırlısı olur.
Tabii “kaparo işi ne olur?” diye
sorabilirsiniz.
Laf aramızda Hindistan da bu füzelerden
istiyor.
Bizim sözleşmemiz Hindistan’a kaydırılır,
Hindistan ödediğimiz kaparoyu bize öder mesele
kapanır.
Ne şiş ne de kebap yanmış olur böylelikle…
ÇOK GÜLDÜM
Biliyorum pek çok kişi 1 Nisan gününün neşesini
arıyor ve şu sıralar suratları asık ama böyle de
olmaz.
Kabusun biteceği günler yakındır, bu nedenle somurtmayı
bırakalım da Yıldırım Tuna’nın gönderdiği
üç fıkra ile gülümseyelim…