ANALİZ
Dış politikamız artık emme basma tulumba gibi
çalışıyor.
Kamuoyuna hep bir şeyler söyleniyor.
Dünyaya kafa tutuluyormuş gibi yapılıyor,
Amerika’ya ikide bir haddi bildiriliyor.
Trump’a ayar çekiliyor.
Pentagon uyarılıyor.
Oluyor da oluyor.
Sonuç.
Hiçbir şey değişmiyor.
AKP iktidarı yine Amerika ne derse onu
yapıyor.
Başta Amerika olmak üzere NATO ve
Avrupa’nın çıkarları gözetiliyor.
Tabii her zamanki gibi iktidarın iç kamuoyunu tatmin
edebilmesi için Amerika bazı noktalarda yardımcı
oluyor.
Erdoğan esiyor gürlüyor, “Gireceğiz” diyor,
“Bunu kabul edemeyiz” diye haykırıyor,
“Hesabını sormasını biliriz” diye öfke
gösterisinde bulunuyor ama her seferinde tüm bunlar bir kenara
bırakılıyor ve Amerika’nın istediğimizi verdiği
söyleniyor.
Daha çok yeni, Menbiç’e gireceğimizi
söylüyorduk.
Sonra ne oldu?
Amerika bir anda “Güvenli Bölge” konusunu ortaya
atıverdi.
Bir de baktık ki iktidarımız ağzı kulaklarında
“İşte” diyor, “Biz ne zamandır söylüyoruz,
Amerika sonunda yola geldi.”
Ama bekliyoruz ki bir
gelişme olsun.
Olmuyor tabii, PYD-YPG’ye yardım sürdüğü gibi
güvenli bölge ile ilgili bir adım atılmıyor.
İki hafta önce saray yine sesinin tonunu yükseltti.
Herkes “Tamam artık bu kez giriyoruz Suriye’ye”
diye düşünmeye başlamıştı ki Amerika tekrar atağa kalktı,
“Durun canım” dedi, “Bir karargah kurarız,
güvenli bölgeyi birlikte kontrol ederiz.” Dışişleri
Bakanı’nın haberi bile yoktu gelişmelerden ve haliyle sarayın
efelenmesine katkı sağlamak için “Amerika falan dinlemeyiz,
gireriz Menbiç’e” dedi, dedikten yarım saat
sonra Amerikan askeri Şanlıurfa’ya girdi.
Bir süre bu konuda rahat nefes alacağımızı
düşünüyorduk.
Yine olmadı.
Erdoğan önceki gün Milli Savunma Akademisi Harp Okulları mezuniyet
ve sancak devir töreninde konuştu.
Dedi ki; “Askerlerimizin kontrolü dışında çözüme rıza
göstermeyiz. Güvenli Bölge ile ilgili çok fazla zaman ve sabrımız
yok. Bizim açımızdan S-400 ile Patriot arasında bir fark yoktur.
Ancak Patriot sistemi bizim üzerimizde bir baskı aracı olarak
kullanılırsa diğer sistemi tercih ederiz, nitekim öyle yaptık.
Türkiye F-35’in parasını ödediği halde uçaklar teslim edilmiyor.
Elimiz kolumuz bağlı başımıza gelecekleri bekleyecek halimiz yok.
Gereği neyse yapacağız. Birkaç hafta içinde askerlerimiz bölgeyi
kontrol etmezse kendi harekat planımızı devreye
sokacağız.”
Demek önümüzde 3 hafta var.
Ne olacak bu üç haftanın sonunda?
Amerika’da, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu
toplanacak.
Erdoğan da orada olacak.
Muhtemelen Trump ile görüşecek.
Eğer Trump arıza çıkarırsa Suriye’ye
gireceğiz.
Ama göreceksiniz yine çıkarmayacak.
Yine bir bahane bulunacak.
Yandaş tetikçi medyamız bir destan yazıldığı
masallarını anlatacak yine kamuoyuna, kamuoyu da “Valla
helal olsun, dünyayı nasıl da dize geçiriyoruz”
diyecek.
Böyle olacak, hiç kuşkunuz olmasın, sanki bugüne kadar başka bir
şey mi oldu?
HOŞUMA GİDEN ŞEYLER
İzmirli okurlarımdan Engin Sarıkartal
Demirkollu kararlı, ilkeli, tuttuğunu koparan devrimci
ruhunu hiç terk etmeyen tanıdığım ve çok sevdiğim
okurlarımdan biri.
Demirkollu, geçenlerde İzmir Büyükşehir
Belediyesi’nin trafik uyarısı içeren bir
tabelasındaki Türkçe yanlışını Twitter hesabı
üzerinden paylaşmış.
Bu levhada, “Hat içerisinde bekleme yapmayınız”
yazıyormuş.
Demirkollu da “Bu Türkçe ifade yanlış, bekleme yapmak diye
bir şey yok Türkçemizde, doğrusu ‘Hat içinde beklemeyiniz’
olmalı belediye bu yanlışı düzeltmeli” uyarısını
yapmış.
Değerli okurumdan hafta içinde bir mesaj aldım.
Büyük bir mutlulukla tabelanın düzeltildiğini
yazmış bana.
Ne güzel bir şey.
Hemşerilerinin uyarısını dikkate alan ve doğru olanı yapan
yetkililere hasret kalmıştık.
Demirkollu’nun mesajı üzerine İstanbul
metrosundaki hatalı anons geldi aklıma.
AKP’li belediye sırasında iki kere yazmıştım.
Ama sanıyorum AKP zihniyeti her eleştiriyi ve uyarıyı
“düşmanlık” olarak algıladığı için herhalde,
ne cevap vermiş ne de düzeltmişti hatayı.
Hatırlatayım.
Metroda tren gelmeden hemen önce bir anons
duyuyorsunuz. Diyor ki, “Sayın yolcularımız, hafta için tüm
trenlerimiz 8 vagonludur. Bu nedenle kırmızı bölgelere doğru
yürüyünüz.”
Bunu dinleyen şunu anlar: Trenler
8 vagonlu olduğu için ancak kırmızı bölgelerden
binilebiliyor.
Oysa durum böyle değil.
4 vagonlu trenler mavi bölgede duruyor.
Ama istasyonların başında ve sonunda kırmızı
bölgeler de var. 8 vagonlu trenlerin
uzunluğu tüm istasyon boyu kadar.
Demek ki anonsun şöyle olması gerek; “Sayın yolcularımız,
hafta içi tüm trenlerimiz 8 vagonludur. Trenlerimize kırmızı
bölgelerden de binebilirsiniz.”
Sanıyorum yeni metro müdürü bu uyarıyı
dikkate alacaktır.
Düzeltirse harika olur tabii.
CANIMI SIKAN ŞEYLER
Siz bakmayın iktidarın sanki her şey iyi gidiyormuş
gibi davranmasına.
Aslında durumun fecaatini onlar
da görüyor biliyor.
Ama ne yapsınlar ki iktidardalar ve açıkça “Biz işleri
berbat ettik” diyemiyorlar.
Sonuna kadar direnip bataktan kurtulmaya
çalışıyorlar.
Buna rağmen söylemlerinin satır aralarında aslında
işlerin ne durumda olduğunu farkında olarak/olmayarak açık
ediyorlar.
Örneğin Erdoğan’ın 30 Ağustos nedeniyle yaptığı
konuşmadan bir iki cümleye bakalım.
“Gençlerimize 2053 ve 2071 vizyonlarını miras olarak
bırakmak için gece gündüz çalışıyoruz. Cumhuriyetimizin kuruluşunun
100’üncü yılı olan 2023 için belirlediğimiz hedefler, bu büyük
vizyonların altyapısıdır. Birkaç yıllık gecikmeyle de olsa inşallah
2023 hedeflerimize mutlaka ulaşacağız. İşte o zaman Allah’ın
yardımı ve milletimizin desteğiyle Türkiye’nin önünde yepyeni bir
dönem açılmış olacaktır.”
Bu ne şimdi?
2023’e daha 4 yıl var.
Ama Erdoğan şimdiden “birkaç yıllık gecikme
olacağını” söylüyor.
Biliyor tabii gerçeği.
Hatta belki içinden “Keşke sadece birkaç yıl olsa”
diye bile geçiriyordur.