Türkiye'nin son dönemde Rusya ve İran ile konu bazlı
işbirliklerini hızlandırması Washington'da rahatsızlık yaratıyor.
S-400'lerin alımı, üzerinde en çok durulan konuydu. Geçtiğimiz
günlerde Türk akımı da ABD menfaatlerine aykırı bulunan Rus-Türk
işbirliği konusu olarak açıklandı. ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı
McCarrick, Türk akımına karşı olduklarını açıklayarak Avrupalı
şirketlere yaptırım kartının ucunu gösterdi. Dışişleri Bakanı
Tillerson ise ilginç bir ittifak hatırlatması yaptı: "Bir NATO
müttefikimiz olarak Türkiye'den, ittifakın ortak savunmasını
öncelemesini istiyoruz. İran ve Rusya, Batı toplumlarının
sağlayabileceği ekonomik ve siyasi faydaları Türk toplumuna
sunamaz."
Bu cümleler aslında Türkiye'nin tercihlerini değerlendirmekten öte
anlam taşıyor. Obama yönetiminin petrol fiyatları ve yaptırımlar
üzerinden Rusya'yı sınırlandırma yaklaşımının iflas ettiğini
gösteriyor. Rusya'nın Transatlantik ittifak içindeki uyuşmazlıkları
kullanmasından ve ABD dahil Batılı ülkelerin seçimlerine müdahale
edebilme kapasitesinden duyulan tedirginliğe işaret ediyor. Ayrıca,
Obama döneminde önü açılan İran'ın Afganistan-Filistin hattındaki
yayılmacılığını sınırlandırmak için bir blok kurmanın zorluğunu
itiraf ediyor.
Bu endişelerin Türkiye üzerinden ifade edilmesinin sebebi Soçi
zirvesinin gösterdiği üzere Ankara, Moskova ve Tahran ile güç
dengelerini etkileyecek somut işbirlikleri yapması. Dikkat çeken
yönü ise Batı başkentleri ile gerilim yaşayan Türkiye'ye NATO
ittifakının "ortak savunma ve siyasi-ekonomik faydalarının"
hatırlatılması. Tillerson'un "uyarısının" beş hususu göz ardı
ettiği kanaatindeyim:
1- ABD ile Avrupa arasındaki güvenlik ve ticaret alanındaki
ittifakların ve çok taraflı anlaşmaların geleceği uzlaşmazlık
konusu. Belirsizlik dönemine giren dünyada blok siyasetinin yerini
konu bazlı ikili işbirlikleri almaktadır. Bu belirsizlik sürecinin
sorumlusu da ikili ilişkileri önceleyen Trump yönetimidir.
2- NATO ittifakının en güçlü ülkesi ABD, Türkiye'nin hayati
güvenlik çıkarlarını tehdit eder hale gelerek sürekli Rusya ve
İran'ın elini güçlendirmektedir. Söylemekten yorulduğumuz konular
işte: YPG, FETÖ ve İran'a yaptırımları soruşturma adına Türkiye iç
siyasetine müdahaleye dönüşen "Atilla davası." Ayrıca, AB
başkentlerinin PKK'nın kamusal temsiline dair yasağı uygulaması iyi
bir adımsa da hâlâ FETÖ iadeleri sorun alanıdır. Hatta dün AB
terörle mücadele koordinatörü Kerchove, FETÖ'yü terör örgütü olarak
görmediklerini yineledi.
3- Türkiye'nin Batılı ittifaklar içinde olma kararlılığı kesintiye
uğramış değil. Rusya ve İran ile işbirliğini de NATO ittifakına
alternatif konumda görmüyor. 2015'te Rus uçağının düşürülmesinde ve
daha önemlisi 15 Temmuz 2016 darbe girişiminde NATO başkentlerinin
tavrı Ankara'yı "ittifakın anlamı" hususunda realiteyle
yüzleştirdi. Böylece, müttefikleri tarafından terörle mücadele
konusunda ve Suriye krizinde yalnız bırakılan bir bölgesel güç
olarak kendi başının çaresine bakıyor.
4- Tillerson, Türkiye'ye Batılı ittifaklardan elde ettiği mevcut
faydaları kaybedebileceğini ima etmekte, yeni işbirliği ve ortak
fayda alanları önermemekte. Washington - Ankara hattında gittikçe
yapısal hale gelen sorunların çözümüne dair bir perspektif
sunmamakta.
5- Ankara, Moskova ve Tahran ile alver müzakeresi yapabilirken
Washington ve Brüksel ile hatlar tıkanık. ABD ya da AB'nin "ittifak
adına" kendi milli çıkarlarını Türkiye'nin güvenliğinin ve
bekasının aleyhine olacak şekilde dayatması gerilimleri kalıcı hale
getiriyor.
Sorumuzun cevabına geri dönersek, elbette Batı, isterse, Türkiye'ye
Rusya ve İran'dan daha fazla fayda sunabilir. Ankara da zaten
ısrarla bunu talep ediyor; bu yüzden top Batı'nın sahasında...
Ancak Batı, "elindekileri de kaybedersin" edasıyla Türkiye'yi tedip
edemez. Müttefik olmanın anlamına uygun yeni bir birlikte çalışma
perspektifine geçmesi gerekir.