2015 yapımı “Sicario” kötülüğü kötülükle yenmenin filmiydi.
İdealist bir FBI ajanı olan Kate’in Meksika karteline karşı
yürütülecek bir CIA operasyonuna dahil edilmesini, onunla pek fazla
bilgi paylaşmayan operasyon sorumlusu ajan Matt Graver (Josh
Brolin) ile yanında ‘danışman’ sıfatıyla dolaştırdığı Alejandro
adlı Kolombiyalı esrarengiz bir adamla (Benicio Del Toro) son
derece kirli ve vahşi bir savaşın içinde kalışını anlatıyordu.
“Sicario”da Kanadalı usta yönetmen Denis Villeneuve, sinemanın
bütün olanaklarını ustaca kullanmakla kalmayıp sizi devamlı diken
üzerinde oturtan bir kurguyla anlatmıştı bu hikayeyi.
Üç yıl sonra gelen devam filminde Kate’i çerçevenin dışında bırakıp
Matt ve Alejandro’nun birlikte yürüttüğü başka bir operasyona
odaklanıyoruz. Kartellerin elinden yürütülen göçmen ticaretinde
İslami terör gruplarının adamlarının da ülkeye giriş yaptığı
düşünülmektedir. Meksika’nın iki güçlü karteli arasında savaş
çıkartmak için birinin patronunun 16 yaşındaki kızını kaçırıp, suçu
diğer kartele atmak Matt ve Alejandro’nun yeni görevi olur. Planın
ilk kısmı istendiği gibi gerçekleşir. Görevli tim, Meksika
sınırından geçerek Isabel adlı genç kızı kaçırır. Ancak yolda
Meksika polisi tarafından pusuya düşürülünce Alejandro kızla
birlikte Meksika’da mahsur kalır. Matt’e verilen yeni görev ise
operasyonun açığa çıkmadan önce tekrar sınırı geçip Alejandro ve
Isabel’i öldürülmesidir.
“Soldado”nun yönetmeni Denis Villeneuve değil ama yeni yönetmen
Stefano Sollima ile ünlü senarist Taylor Sheridan hikayeyi başka
bir açıyla zenginleştirmeyi hedeflemişler. Uyuşturucu kartellerine
karşı yürütülen operasyon filmi gibi başlasa da, “Soldado” bir
yerden sonra Meksika sınırı boyunca yürütülen insan kaçakçılığını
da hikayesine dahil ediyor. Üstelik konunun bir ucunu ‘İslami
terör’e de bağlayarak.
“Sicario” kadar estetik değil!
Aynı ilk filmde olduğu gibi, bu devam filminde de bildiğimiz
anlamda iyi adamlara yer yok. İki kartel arasında çıkacak savaşta
kimlerin arada kaldığı, kanunun tarafında konumlanan yetkililerce
pek önemsenmiyor. Amaçlanan hedefe ulaşmak için ‘tali hasar’lar
gözden çıkarılabilmekte. Yani yapılan operasyon sırasında
‘kırılabilecek yumurta’ların kirli ve hileli politik kararların
açığa çıkması ihtimaline karşı göze alınması söz konusu. İlk filmde
FBI ajanı Kate’in temsil ettiği karakter bu durumu sorgulayan bir
karakterdi. “Soldado”da ise benzer bir durum sadece Alejandro’da
Isabel’e karşı oluşan vicdani bir kıpırdanmayla temsil edilmiş.
Amerikan tarafındaki liseli bir çocuğun da yavaş yavaş çete üyesi
olup göçmen kaçakçılığındaki yükselişini hikayenin bir yan damarı
olarak sunuyor bize film. Bu karakter üçüncü film içinde bir kanca
görevi görüyor belli ki.
Ancak film aşırı sert; dünya mülteci meselesi konusunda giderek
daha hassas bir konumda olmak durumundayken meseleye bu kadar
acımasız bakmak ve mültecilerin bir kısmının bombacı, terörist
oldukları hissini yaratacak bir noktaya dikkat çekmek de ne derece
doğrudur, bilemiyor insan…
İtalyan yönetmen Sollima, çatışma sahneleriyle dolu mafya dizileri
ve “Suburra” adlı başarılı bir sinema filmiyle dikkat çeken bir
‘teknisyen’ yönetmen. “Sicario”da Villeneuve’nun yanında yaşayan en
iyi görüntü yönetmenlerinden biri olan Roger Deakins vardı elbette
ve filmin olağanüstü görüntüleri, koca bir şehirde yaratılan
atmosfer büyüleyiciydi. “Soldado”nun görüntü yönetmeni de
Deakins’ın detaycı, tertemiz işlerine yakın performanslar yakalamış
usta bir isim; “Karayip Korsanları”, “Prometheus” gibi filmlerde de
çalışmış Polonyalı Dariusz Wolski. Aynı ölçüde bir başarı
gösterdiği söylenmese de kötü bir işçilik yok ortada. Ama ne olursa
olsun “Sicario” daha tedirgin edici, önünüze ne çıkacağı tahmin
edilemeyen, ana karakteri Kate ile seyirciyi bir solucan yuvasında
ilerliyor gibi hissettiren, daha gerilim yüklü bir filmdi.