Her şeyin, ama her şeyin ters gittiği bir geceye odaklanıyor
“Soygun”. “Soygun”un yönetmen kardeşleri, sıradan bir
hikayeyi o kadar farklı anlatmaya soyunuyor ki, film ilk başta bir
süre yoğun bir etki altına alıyor sizi. Böyle bir hikayeyi, daha
önce hiç böyle bir şekilde izlememiştim duygusunu veriyor ilk yarım
saatinde. Ama ilerledikçe aynı cazibeyi sürdürmekte biraz
zorlanıyorlar doğrusu.
Nick ve Connie iki erkek kardeş. Ağabey Connie, beyni normalden
biraz yavaş işleyen kardeşi Nick’i kendi planladığı bir banka
soygunda kullanmak ister. Ama her şey ters gidince polisten kaçmaya
başlarlar. Nick yaralı bir şekilde yakalanır. Connie Nick’in
nezarette bir kavgaya karıştığı ve hastaneye kaldırılırdığı
haberini alır. Kefaret parasını bulma çabalarının sonuçsuz
kalmasından dolayı son çareyi kardeşini hastaneden kaçırmakta
bulur. Ama saatler geçtikçe terslik üstüne terslikler yaşayacaktır…
Film de tam bu hastane meselesinden sonra düşüşe geçiyor bana göre.
Bu hikaye düz bir üslupla anlatılsa B sınıfı bir televizyon filmi
kadar muamele görürdü. Ancak yönetmen Safdie kardeşler bu hikayeyi
son derece dinamik bir kurguyla ve elektronik müziklerle sıkıcı
olmaktan kurtarmışlar. Ancak akıcı anlatım bir noktadan sonra
hikayenin savrukluğunu örtmeye yetmiyor. New York’un özellikle orta
sınıf nüfusunun yoğun olduğu ilçesinde, Queens sokaklarında
Connie’nin daha en baştan ümitsiz olduğu aşikar olan bir para bulma
meselesine kapılıyoruz hep birlikte. Başarısızca planlanmış bir
başarısız soygun girişiminin ardından başarısız bir kaçma
operasyonunun üstüne Connie’nin, sonu baştan belli olan
sevgilisinden para koparma çalışmasını izliyoruz. Hastaneden
kardeşini kaçırma meselesinde de büyük bir başarısızlık var. Aynı
başarısızlık silsilesi, gece vakti girilen bir tema parkta,
sonrasında olaylara bir gazoz şişes...