Eskiden yurtların adı şöyleydi:
M.E.B yurdu…
Atatürk yurdu…
Cumhuriyet yurdu…
19 Mayıs yurdu…
Şöyle oldu:
Cemaat yurdu…
Menzil yurdu…
Süleymancı yurdu…
Nakşibendi yurdu…
*
Ankara'ya ilk geldiğimde kaldığım yurdun adıydı:
Atatürk yurdu…
Altlı-üstlü sekiz yatak, bir tahta masa, sayısı devamlı değişen bir
ile üç sandalye, altlı-üstlü sekiz çelik dolap, dolapların
anahtarları birbirini açardı…
Çelik dolabımda omo kutum vardı…
Dolaplar sucuk kokardı, naylon poşetlerde bayat ekmekler, kağıda
sarılı diş fırçası, kalorifer peteklerinin üzerinde kurusun diye
çoraplar, erkeklerin en çok ağladığını o zaman görmüştüm, evini
özleyen, ya da aşık olan geceleri gizli gizli ağlardı…
*
Parası olanlar o yurtlarda kalmazdı…
O yurtlar dar gelirli babaların çocukları içindi… Ay sonu geldi mi,
dolaplardaki kuru ekmeklerin tıkırtısı başlardı…
Ama o yurtlardaki her yastıkta aynı hayaller kurulurdu; çağdaş
gelişmiş bir ülkenin başarmış, mutlu, aydınlık bireyi olmak…
*
Geldiğimiz yere bakın:
“Dindar nesil” diye diye, 17 bin tarikat
yurdu var…
Konya'daki kurs yurdunda 12-13 yaşlarındaki kızların, namaza
kaldırıldıklarında tüp patlaması ile can vermelerinden, erkek
öğrencilere tecavüz edilen yurtlara kadar… Devletin ve cahil
ailelerin, çocukları götürüp din tüccarlarına teslim ettikleri
yurtlar…
*
Önceki gece kız yurdunda çıkan yangında, o kızların açılmayan
kapının arkasında canları yanarken, niye birbirlerine
sarıldıklarını en iyi yurt görmüş olanlarımız bilir…
Ki bunlar daha çocuk…
Henüz sınavları vermeden, henüz okulu bitirmeden, henüz eve
dönmeden, henüz aşık olmadan, henüz gelinlik giymeden birer avuç
küle dönen küçük kızların, tutuşan saçlarından başka ışık yok mu
ülkede…
Bu zifiri karanlıkta bir baba bağırıyordu:
“Burası Süleymancıların yurdu…”