Türkiye günlerdir McKinsey’in ülkemizin mali yapısına ilişkin
vereceği “danışmanlık hizmetinin” içeriğini ve sınırlarını
tartışıyor. Kabul etmek gerekir ki bu danışmanlık, mali yapının
denetimini, bu denetim üzerinden iktisadi bir yönlendirme, bunun
kaçınılmaz sonucu olarak da siyasi baskıları getirecek. Çünkü
kuraldır; iktisadi gelişmeler siyasi sonuçlar doğururlar. İktisat
ve siyaset bir madalyonun iki yüzü, birbirinin bütünleyenidir. Bunu
çok iyi bilen gelişmiş ülkeler, küresel güçler, emperyalist
merkezler de azgelişmiş-gelişmekte olan ülkelerde iktisadi araçlar
eliyle siyasi, diplomatik ve askeri kazançlar elde ederler.
Zihinleri berraklaştırmak için kendi tarihimize bakalım. Osmanlı
Devleti’nin gerilediği, çöktüğü döneme uzanalım. 1838’de Osmanlı
Devleti ile İngiltere arasında imzalanan Balta Limanı Ticaret
Antlaşması’nı anımsayalım. Bu antlaşma ile Osmanlı Devleti’nin iç
pazarı, iç ve dış ticaret üzerindeki egemenliğini nasıl
yitirdiğini, İngiltere’nin bu sayede Bab-ı Âli’de daha da artan
nüfuzunu düşünelim. Balta Limanı Ticaret Antlaşması’ndan kısa süre
sonra, 1839’da, Tanzimat Fermanı’nın imzalandığını da hiç akıldan
çıkarmayalım.
Bir başka örnek; Islahat Fermanı… Malum; Osmanlı Devleti ilk dış
borcu, Kırım Savaşı sürerken 1854 yılında almıştır. 1853’te
başlayan savaş, 1856’da bitmiştir. Dış dinamiklerin büyük etki
sahibi oldukları Islahat Fermanı da 1856’da imzalanmıştır. Osmanlı
Devleti’nin aldığı dış borcu kapatan ise tam 100 yıl sonra,
1954’te, Türkiye Cumhuriyeti olmuştur.
Bir diğer örnek; Düyunu Umumiye, yani Genel Borçlar İdaresi.
1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı’ndan (93 Harbi) büyük yıkımla çıkan
Osmanlı Devleti’nin borçlarını, vergi sistemini, mali yapısını
denetleyen, alacaklı devletler adına gerekli düzenlemeleri yapan
kurumdur. 1881’de açıklanan Muharrem Kararnamesi’ne göre
kurulmuştur. O sırada ülkeyi Sultan