Türkiye bir yandan ABD ile Suriye topraklarında kurulacak
güvenli bölge için müzakere yürütüyor, bir yandan da ABD’ye
güvenmediğini söylüyor. Türkiye açısından takvimin işlediğini,
gerekirse tek başına müdahale edeceğini dillendiriyor. Bunları
yaparken de Astana sürecinin bileşeni olarak, Rusya ve İran’la
işbirliğini sürdürüyor. Soru şu: Bu siyaset, Suriye meselesinde
Türkiye’yi hedefine ulaştırır mı? Yanıtı hemen verelim: Hayır.
Çünkü bir ülkenin dış politikada sonucundan emin olmadığı adımlar
atması; tutamayacağı sözler vermesi; hayata geçiremeyeceği
tehditler savurması; medya önünde iç kamuoyuna mesaj vermeye
yönelik söylemler geliştirmesi; inandırıcılığını ve caydırıcılığını
azaltır. Doğrusu; kısa, orta, uzun erimli stratejiler geliştirerek
adım atmaktır. Diplomasiyi öncelemektir. Büyük laflar etmekten
kaçınmak, ama büyük laf edince de, gereğini yapacak güçte olduğuna
muhataplarını inandırmaktır. İttifaklar ilelebet
sürmez
İttifak ilişkilerine de böyle bakmak gerekir.
İddialı, özgüveni yüksek, güçlü bir devlet, öncüsü olmadığı,
merkezinde bulunmadığı, liderlik etmediği ittifakların, her zaman
kendisi açısından çok olumlu işler yapmayabileceğini bilir.
İttifakları her zaman sorgular. Onlara teslim olmaz. İhtiyaçlar
değişince ittifaklar da değiştiğinden ve her ittifak karşısında
yeni bir ittifak doğurduğundan, müttefiklerin de değişken olduğunu
hiç unutmaz.
Zira ittifaklar Katolik nikâhına benzemez. Öncelikler, hedefler,
beklentiler, menfaatler, arayışlar, tehdit tanımları ve algıları,
bölge ve dünya dengeleri değişince ayrılık kaçınılmazdır. Dahası,
dış politika çok dinamik bir alandır. Stratejide üç unsur (kuvvet,
zaman, mekân) nasıl çok önemli ise dış politikada da güç dengeleri,
öncelikler, hedefler çok önemlidir. Bunlar ülkeye göre, zamana göre
değişirler, farklılaşırlar. O nedenle belli bir dönemde, belli
öncelikler ortak paydasında, belli ülkelere veya paktlara karşı
kurulan...