Cumhurbaşkanı Erdoğan, geçen cuma günü,
Türkiye’nin Avrupa Birliği (AB) kapısında bekletilmekten usandığını
belirtti. AB üyeliği konusunda bir halkoylamasını gündeme getirdi.
Oysa AKP, 2002’de iktidara geldiğinde AB konusunda çok istekliydi.
Yanına liberalleri, kimi sözde solcuları da alarak, gerçekleşmesi
mümkün olmayan AB üyeliği uğruna Kıbrıs, Ege, Ermenistan’la
ilişkiler, Fener Rum Patrikhanesi’nin statüsü, Heybeliada Ruhban
Okulu, Kürt sorunu gibi başlıklarda ciddi tavizler vermişti. AB’den
de o dönem büyük destek almıştı. 2004 yılı aralık ayında, AB’nin
Brüksel Zirvesi’nde Türkiye’ye müzakere tarihi vermesini, “büyük
zafer” olarak kutlamıştı. Ankara’da gündüz vakti havai fişekler
atılmıştı. Tüm bunlardan sonra soruyoruz: Türkiye bu konuda sandığa
gider mi? Sandıktan hangi sonuç çıkar? Çıkan sonuç AB ülkelerini ne
ölçüde etkiler? Türkiye’yi üye yapmak istemeyen AB, Erdoğan’ın bu
sözlerini blöf olarak mı yorumlar yoksa ürküp tam üyelik olmasa da
başka seçenekleri dillendirir mi?
Gerçekçi olalım; Türkiye – AB ilişkilerini başlatan 1963 tarihli
Ankara Antlaşması’ndan bu yana AB Türkiye’ye karşı samimi olmadı.
Dürüst davranmadı. Üye yapmayacağını söylemedi. Bekleme odasında
tuttu. Üyelik vaadiyle oyaladı. Bu sayede istediği ödünleri
kopardı. Misal; 1995’te imzalanan, 1996’da yürürlüğe giren Gümrük
Birliği sayesinde, Türkiye’nin dış ticareti, gümrük rejimi, iç
pazarı üzerinde denetim kurdu. AB üyesi olmadan, Gümrük Birliği’ni
kabul eden ilk ülke olan, yani kararların alındığı masada olmadan,
alınan kararlara uymak zorunda kalan Türkiye; Gümrük Birliği,
AB’nin Serbest Ticaret Anlaşması imzaladığı üçüncü ülkelerle
Türkiye arasında yapılan ticarette de geçerli olduğundan, büyük
zarar gördü. Kapitülasyonları andıran bu durum nedeniyle en az 300
milyar dolar kaybetti. AB kendini nerede görmek
istiyor?
Belirtelim; AB’nin en büyük dış ticaret ortağı ABD. İkinci sırada
Çin...