Türkiye’de sıklıkla dillendirilen ama kimsenin inanmadığı sözler
vardır; “Camiye, kışlaya, okula siyaset
karıştırılmasın” sözü gibi… Zira herkes bilir, siyaset,
maalesef en çok buralarda yapılır. Hem de en kaba biçimde, gözümüze
soka soka adeta. Darbeler, darbe girişimleri, muhtıralar, Diyanet
İşleri Başkanlığı’nın uygulamaları, camilerde yapılan siyasi
faaliyetler, eğitim kurumlarının belli bir siyasi görüşün arka
bahçesi yapılması, politik sürgünler, terfiler, tayinler,
kayırmalar, hep bunun kanıtlarıdır. Ne yazık ki bu olumsuz
gelişmelerden ders çıkarılmaz.
Oysa bu konuda bizi Atatürk, yıllar önce
uyarmıştır. Balkan Harbi bozgununun temel nedenlerinden birinin,
Osmanlı ordusundaki subaylar arasındaki politik saflaşma olduğunu
hiç unutmamıştır. Milli Mücadele’nin başından itibaren bu konuda
çok titiz davranmıştır. Sivas Kongresi’nde (4 - 11 Eylül 1919)
üyelere, “… fırkacılık amalinden münezzeh
bir azm-ü iman ile çalışacağıma” diye yemin
ettirilmesinin sebebi budur. Balkan bozgununun utancını ordu, ancak
Çanakkale Muharebelerindeki destansı zaferiyle silebilmiştir. Bu
zafer, Kurtuluş Savaşı’na zemin, dayanak, kuvvet, moral ve kadro
hazırlamıştır. Milli Mücadele bitince de Atatürk, silah
arkadaşlarına, “Siyaset mi, askerlik mi?
Bir an önce kararınızı verin” demiştir. İsmet
İnönü, Kâzım Karabekir,
Rauf Orbay, Refet
Bele, Ali Fuat Cebesoy gibi yüksek
komutanlar siyaseti tercih etmiş, kaçınılmaz olarak da siyasi
tartışmaların tarafı, siyasi polemiklerin konusu olmuşlardır. Milli
Mücadele’nin iki mareşalinden biri olan Fevzi
Çakmak ise asker olarak kalmış, 1944’e dek
Genelkurmay Başkanlığı yapmıştır. Sonra siyasete atılmıştır.
Mustafa Kemal’in askeri olmak