Türkiye, 19 Mayıs 1919’un yüzüncü yılını büyük coşkuyla kutladı.
Mustafa Kemal Atatürk ve
Cumhuriyet Devrimi’yle arasına mesafe koyan bazı siyasiler bile,
Samsun’daki törenlerde fotoğraf verdiler. “Bu ne kadar samimiydi?
Bunun ne kadarı siyasi ihtiyaçtan doğdu? Ne kadarı protokolün
gereğiydi? Ne kadarı İstanbul seçimleriyle ilgiliydi? Ne kadarı
Türkiye ittifakı arayışının ürünüydü? Ne kadarı dünyaya mesaj verme
çabasından kaynaklandı?” gibisinden çok haklı sorular kafaları
kurcalasa da, asıl önemlisi, devlet aygıtından çok, milletin
sahiplenişiydi.
Şurası gerçek; iktidarın, ona bağlı bürokrasinin ve yerel
yönetimlerin Atatürk anmalarına ve Cumhuriyet kutlamalarına yönelik
tepkisi, milletin hem daha yüksek katılımla hem daha bilinçli
şekilde Atatürk’ü ve Cumhuriyeti sahiplenmesini hızlandırdı.
“Açılım süreci” denilen çözülme ve çürüme
günlerinde Atatürk anıtlarına çelenk koymanın yasaklandığı, kamu
kurumlarından T.C. ibaresinin kaldırıldığı günlerden geçti Türkiye.
Her ne kadar halen pek çok kamu kurumu, iktidara mensup çok sayıda
belediye, Atatürk’ün adını anmadan Çanakkale Zaferi’ni ve milli
bayramları kutlamaya çalışsalar da, bunun toplumda karşılığı
olmadığını görmüyorlar. Zamanla anlarlar. Atatürk’ün
farkı
Atatürk’ü tarihte önemli, öncü, özgün ve önder yapan, yenilmez ve
haklı kılan, asker, devrimci ve devlet kurucusu olarak, fikri
hazırlığıdır. Zamanlama dâhisi olmasıdır. Kararlı, tutarlı ve
yürekli eylemleridir. Halkçı, toplumcu, eşitlikçi, aydınlanmacı
siyasal çizgisi, tam bağımsızlıkçı ve antiemperyalist
mücadelesidir. “Cumhuriyet bilhassa
kimsesizlerin kimsesidir” derken, Cumhuriyetin
toplumsal, sınıfsal boyutunu vurgulamıştır.“Cumhuriyet
fazilettir” derken, Cumhuriyeti, Türkiye’yi Türkiye’den
yönetmek için kurduğunu...