Bir hukuk devleti olan Türkiye, son on yıldır pek çok
hukuksuzluğu acı bir şekilde tecrübe etti. Ergenekon ve
Balyoz davaları, yaşasaydı, Emile Zola’ya yepyeni bir
roman yazdıracak malzeme sunardı; zorbalık adına…
Kumpaszede yüzlerce emekli ve muvazzaf askerin Adalet
Bakanlığı aleyhine açtıkları davada kazandıkları
tutar 13 milyon lirayı aştı. Yaşadıkları acıları
karşılar mı, ayrı mesele… Bu davalarda yargılananlar,
haksızlığa ve hukuksuzluğa feryat edenler “gün gelir
hukuksuzluk sizi de vurur” diyerek, hukuksuzluğu
yapanlara seslerini duyurmaya çalıştılar. Heyhat,
vicdanlar taş kesilmişti!
Devran döndü… Hani derler ya “Allah mühlet verir ama ihmal
etmez” diye! Hukuksuzluk ve zorbalık, on iki sene kol
kola yürüdükleri, bir dediklerini iki etmedikleri, “ne
istediler de vermedik” dedikleri Cemaati de vurdu.
Güçlü bir basın yayın organına sahip olan Cemaat, zulüm
diye veryansın etti!
Dışarıdan gelen tepkilere kulaklarını tıkayan
muhafazakârlar, içeriden gelen tenkitleri de kale
almadılar ve madde ile olan ilişkilerini,
muhafazakârlık zeminini zedeleyecek şekilde
kurdular. Rant uğruna tarumar edilen kamu arazileri;
adalet, merhamet, müsriflik ve kul hakları kavramları
bakımından sınananlara tam bir turnusol kâğıdı
oldu.
GELELİM TERÖR MESELESİNE
Açılım sürecinde söylenilen ve yapılan ne varsa,
bugün, muhatapları tarafından inkâr ediliyor
edilmesine; ancak, hakikati örtmeye kimsenin gücü
yetmez. Eski Bakan Hüseyin Çelik’in ifadeleri de bunun
ispatı: “Asker, polis elleri kolları bağlı
bekletildiler!” Bu durumda soralım; peş peşe gelen
şehitlerimizin vebali kimin boynunda?
İnsanlar hata yapabilir… Fakat devlet yapamaz,
yapmamalıdır. “Devlet aklı” hukuk temelinde bilgi ve
tecrübe sahibi olanların ortak aklıdır. Kılı kırk yarmak
zorundadır. Hukuk devleti olmak, devlet ricalinin,
“kandırıldık/yanıldık/yanlış yaptık” gibi “keyfi”
işlemlerine karşı bir güvence demektir.
Dolayısıyla yeni anayasanın ve başkanlık sisteminin
tartışıldığı şu günlerde, yetkililere, yarın pişman
olabilecekleri her türlü girişimden uzak durmalarının
gereğini hatırlatalım. Sistem değişimleri başka
konulara da benzemez. Doğrudan Türkiye’nin
varoluşuyla ve geleceğiyle ilgilidir çünkü…
TÜRK TİPİ BAŞKANLIK
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçtiğimiz hafta
açıkladığı “Türk tipi başkanlık sistemi” kafalarda
hayli soru işaretleri oluşturdu. “Yerli anayasadan”
bahisle, geçmişe referans vererek “kadim yönetim
geleneğimize yaslanan” ve fakat “kuvvetler
ayrılığına değil, kuvvetler uyumuna dayanacak”
sözleri, elimizde ağır aksak yürüyen hukuk devletine de
mi veda ediyoruz dedirtecek nitelikte.
Hukuk devleti ve demokrasi; güçler ayrılığı, basın ve
ifade özgürlüğü, devletin tüm dini inançlara karşı aynı
mesafede durması (laiklik) ve böylece her inançtaki
insanlar için devletin garantör olması gibi modern
devletin bel kemiği kavramlarıyla ayakta durur.
Kaldı ki başkanlık sistemini tartışmadan önce,
parlamenter sistemini layıkıyla uygulayabildik mi
diye sormak gerekir. Parlamenter sistemin gereklerini
yerine getirmeden, sorunun kaynağını parlamenter
sistemde bulmaya çalışmak abesle iştigaldir.