İnsanlık medeniyetinin bir parçası olduğumuzu unuttuk mu ya da
unutmakta mıyız?
Bu bir süreç olsa gerek; yavaş yavaş, sindirerek, geri dönüşü
günbegün yitirerek…
Kimiz biz? İnsanlığın ve onun tarihinin bir parçası…
Başka kültürlerle, dillerle, düşünüşlerle iç içe yaşayarak var
olduk; alışveriş halinde… Kâh öğrendik, kâh öğrettik; kavga ettik,
barıştık… Medeniyetlerden bir medeniyet olduk.
Alabildiğine geniş, büyük bir bahçe misali düşünelim
medeniyeti…
Medeniyet bahçesi; içinde koşuşanlar, durup düşünenler,
tartışanlar; yazanı, çizeni…
Peki, şimdilerde neresindeyiz biz bu medeniyet bahçesinin? Bir
köşesine sindik, kuytularda boğulmak üzereyiz!
Ha belki sesimiz hâlâ işitiliyor dışarıdan ama bir imdattan ziyade
bir haykırma, bir azarlama! Belki de yitip gitme korkusunun verdiği
bir hırçınlık, biraz da ukalalıkla karışık!
Uzun lafın kısası, kapandık içimize. Öteleri görmez olduk, dünya
bizim etrafımızda döner oldu; sanki başkaları yok, sadece biz
varız; en önemli olan biziz, bizim çıkarlarımız, bizim
kaygılarımız!
Psikologlar bu toplumsal ruh haline ne ad verir, nasıl tanımlar
bilemiyorum fakat hayırlı olmadığı açık. Bolca ötekimiz oldu, üst
akıl, düşman ülkeler vs. Geçmişin tüm yükünü sırtımıza aldık,
sahiplendik, bekamızı ve iktidarımızı şahsımıza ait olmayan
başarılara bağladık, bunlarla övündük, bolca hamaset yaptık. Dövüşe
hazırlanan horoz misali yüreklerimizi kabarttık. Öyle görünüyor ki
bunlar daha devam edecek.
Peki, neden böyle olduk?
Neden içimize kapandık, görmez olduk etrafımızı?
Neden kalın kalın sınırlar ördük?
Ne zaman hatırlayacağız kendi coğrafyamızı, kendi insanımızı, baş
başa kaldıkları sömürüyü, hem de özgürlük, eşitlik, kardeşlik
pahasına?