İranlı şair, filozof Ebu’l-Hasan Şahîd Belhî (ö. 935) bir şiirinde ilmi ve zenginliği, nergis ve gül ile kıyaslar; ‘Aynı yerde’ der, ‘hiçbir vakit beraber açmazlar.’ Ona göre bilgi sahibi olanın zenginliği, malı-mülkü; çok parası olanın ise pek fazla bilgisi yoktur. Yaşadığımız dünyada Şahîd’in bu tespiti ne kadar doğrudur bilemem, tartışılır. Fakat en azından İslamcılık ve modern demokrasi bağlamında Belhî’nin nergis ve gül teşbihi geçerliliğini korumakta. Siyasal İslamcılığın olduğu yerde demokrasi hiçbir zaman tam manası ile çiçeklenemiyor, bir araç olmaktan öteye gidemiyor. Oysaki demokrasi, eşyanın tabiatı gereği, tüm düşünce, sınıf ve ideolojilere olduğu gibi, kendi zararına dahi olsa, İslamcılığa da kapı aralıyor.
YANDAŞ MEDYANIN DURUMU
Ülkemiz kısa zaman sonra önemli bir seçime gidiyor. Evet,
liberal demokrasilerde seçimler önemlidir; halkın sandık başına
giderek temsilcilerini ve yaşadığı topraklardaki karar alıcı
isimleri belirlemesi yadsınamaz bir öneme sahiptir. Fakat iktidar
medyasına ve ideologlarının kalem oynattıkları gazete köşelerine ya
da söz söyledikleri ekranlara baktığımızda sanırsınız ki ülke adeta
üçüncü dünya savaşına hazırlanıyor. Etrafta kendilerinden başkasına
görünmeyen düşmanlar, hainler, suçlular, işbirlikçiler, gizli ya da
aleni casuslar cirit atıyor. Böylesi bir ötekileştirme, hatta
düşman yaratma seferberliği Cumhuriyet tarihinde görülmemiş. Soğuk
savaş sırasında Amerika’da McCarthy’nin elinde cadı avına dönen
kovuşturmalar dahi bugün yaşananların eline pek su dökemez.
Hikmetinin içeriğini sadece iktidarın kendisinin bildiği
‘gizli mi gizli bir gerçek’ ve bunun etrafında
örülen komplo teorileri her yerde hâkim kılınmaya çalışılıyor.
‘Bataklıktan’ çıkış kapısının anahtarı ise zaten
on altı yıldır ülkeyi yöneten iktidarın elinde; başkası gelirse
yandık, bittik, kül olduk.
‘Peki ya demokrasi?’ dediğimizde ise safsata
kelimesinin tanımını yeniden yazdıracak kıvraklıkta, akla zarar
cevaplar, ‘dava’ nutukları. Oysa koskoca
Türkiye Cumhuriyeti’nde demokratik seçimler sonucunda iktidarın,
hem de on altı yıllık yıpranmış bir iktidarın el değiştirmesini
istemekte ne gibi bir zarar ya da beis olabilir?
Ülke yine bizim ülkemiz, iktidar yine bizim iktidarımız,
temsilci bizim temsilcimiz, bayraksa bayrak, ezansa ezan.
Bunlara zaten kimsenin itirazı yok, olamaz da. O
zaman, anlaşılıyor ki durum başka. Vaktiyle devletin verimli
bahçesine kapağı atan bir çıkar grubu ne olursa olsun oradan
vazgeçmek istemiyor. İşin ucunda sadece çıkar da yok, bir de adalet
ve hesap verme korkusu bacayı sarmış.