Ünlü filozof S. Kirkegaard’ın Korku ve Titreme
kitabının önsözünde yer alan şu cümle, dini alanda
yaşanan yozlaşmayı özetleyiveriyor: “… iman nosyonu o
kadar ucuzlatılmıştır ki, hakkında konuştuğumuz şey
artık iman olmaktan çıkmıştır!”
Din denilince iyi, doğru, güzel yerine, bir kokuşmadan,
bir yozlaşmadan, otomatiğe bağlanmış ritüellerden,
putperest bir anlayışın izdüşümü olarak
vazgeçilmezliği ilan edilmiş sosyo-kültürel kalıplardan
bahsediliyor olması tam da bu yozlaşmanın tezahürü
olsa gerek.
Bu “değer” benim için ne ifade ediyor, bu “ritüel” bana
nasıl katkıda bulunur, bu “sembolik ifadenin”
arkasında anlatılmaya çalışılan nedir, bu “ibadet”
beni nasıl ahlaklı kılar gibi sorular muhataplarıyla
buluşmuyor artık.
İnce ruhlu, zarif ve huzurlu inanç sahiplerini mumla arar
olduk.Etik ve estetikten uzak, kaba-saba, öfke ve
hırslarına mağlup insanların yekun tuttuğu bir
dindarlık algısı da bu yozlaşmanın sonucu.
Yine bundan dolayı olsa gerek, “din bu olamaz” ya da
“hayır İslam ahlakı bu değil” deyip, güzel örnekler
vermeye kalkıştığınızda itirazlar başlıyor. Haksız da
sayılmazlar hani; eskilerin ifadesiyle, dildeki
davaya elde hüccet (delil) gerek çünkü.
KURBAN NE DEMEK
Kurban yakınlaşmak demektir. Yakınlaşma ise
fedakârlık ister. Bu noktada kurban, en sevdiğiniz, en
çok emek verdiğiniz ve “kendinizinki” kıldığınız o
şeyden yüksek bir gaye uğruna vazgeçebilmektir.
Kur’an’da geçen İbrahim, oğul ve koç kıssası -mecaz
ifadeler olarak da okunabilir- emek verdiğiniz ve
üzerine titrediğiniz bir varlığı, en yüksek seviyede
oluşturulmuş bir bağlılıkla Allah’a feda edebilmenin
ancak hakiki bir iman ile olabileceğini işaret eder.
Kurban kıssasındaki “oğul” metaforu en yüksek
yakınlığa delalettir. İnsanın kendini feda
etmesinden, kendininki kıldığı o şeyi feda etmesi çok
daha zordur.
Günümüzdeki kurban anlayışı bu anlamdaki mahiyetini
yitirmiştir. “Kendimizinki” kılmadığımız ve hiçbir
emeğimiz olmayan bir hayvanı keserken içimiz dahi
acımıyorsa, hangi kutsi fedakârlıktan veya adayıştan
bahsedilebilir? Kurban bir gelenek, bir et şöleni, bir
kan akıtma değilse ki değil elbette, çünkü “… onların ne
etleri Allah’a ulaşır, ne de kanları; lakin O’na ulaşan,
yalnızca O’na gösterdiğiniz bilinç ve duyarlılıktır”
buyruluyor; o halde neyin fedakarlığını yapıyoruz?
İbadet, bir formu yerine getirmekten mi ibarettir?