Türk Milleti, kadın-erkek eşitliği konusunda, köklü ve
güçlü bir deneyime sahiptir. Bu deneyimin kaynağı,
binlerce yıllık tarihi ve dünya coğrafyasına yayılan gücü,
kültürü ve medeniyetidir. Kadınların toplumsal
konumlarının güçlenmesinde, günümüzde alınan kararlarda ve
uygulanan politikalarda, bu tarihsel deneyimin yansımalarını görmek
mümkündür.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu 1923 yılından itibaren
Atatürk’ün önderliğinde gerçekleştirilen reformlar, bir yandan
kadının yurttaşlık haklarını kazanmasını, diğer yandan Türk
toplumunun yeniden yapılanmasını sağlamıştır.
Cumhuriyetin ilk yıllarında, laik hukukun benimsenmesi ve
buna uygun uygulamalarla kadınlar, eğitim, çalışma ve siyaset gibi
kamu alanlarında yer aldı. Eşitlikçi kamu politikaları ile devlet
bu katılımı özendirdi ve destekledi.
Türk kadını, 1924 yılında
kabul edilen, eğitimi tek çatı altında toplayan
Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile erkeklerle eşit
eğitim imkânlarına kavuştu. 1926 yılında kabul edilen Türk Medeni
Kanunu, kadınların yasal statüsünü bütünüyle değiştirerek gerek
aile içinde gerekse birey/yurttaş olarak eşit haklara sahip
olmasını sağladı. Bunların yanı sıra kadınların yasal statülerinin
eşitlenmesinde en önemli aşama ise siyasi hakların kazanılması
oldu.
Atatürk’ün öncülüğünde; birçok Batı ülkesinden önce, Türk
kadınlarına 1930’da yerel, 1934’te de genel seçimlerde seçme ve
seçilme hakkı tanındı. Ancak bu önemli ve ilkesel adımın karşılığı
alınamadı.
BÜTÜNCÜL YAKLAŞMAK
Kadın odaklı politikalar çok boyutlu ve girift bir yapıya
sahiptir. Bu açıdan ekonomik, siyasi ve hukuki ilerlemenin sosyal
politikalarla desteklenmesiyle ancak kalıcı olabilir. Bu amaçla
kadının bireysel ve toplumsal güçlendirilmesine yönelik atılan her
adımın, bütüncül bakış açısına sahip olması gerekmektedir. Kadın
odaklı sorunlarda, tüm boyutlarıyla; kadını, aileyi, toplumu,
ekonomik düzeni, sosyal yapıyı, toplumsal ilişkileri göz önünde
bulundurarak; durum tespiti yapılmalı ve bu bakış açısıyla çözümler
üretilmelidir.
Toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılığın temelinde; önyargılar,
kökleşmiş kültürel kalıpların yanı sıra sosyolojik, iktisadi ve
psikolojik nedenler bulunmaktadır. Yasal düzeyde yapılan
iyileştirmelerle toplumsal cinsiyet eşitliği bir noktaya kadar
sağlanabilmiştir. Fakat yasalarla uygulamalar arasındaki farklar
göstermiştir ki; yasalar yapılırken zihinlere yerleşmiş önyargılar,
kalıplaşmış tutum ve davranışlara yönelik çalışmalar eşgüdümlü
yapılmazsa beklenen ilerleme sağlanamıyor. Ayrıca yasa
uygulayıcılarının değer yargılarından dolayı da etkin yasalar
uygulamada karşılık bulamıyor.