Günümüz iktidarının sahipleri ve onun kurucularının şu soruyu açık kalplilikle cevaplandırmaları gerekiyor: Atatürk ve arkadaşlarının kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’ni, ortaçağ İslam düşüncesinden tevarüs ettikleri kavramlar olan Daru’l-Harb olarak mı, yoksa Daru’l-İslam olarak mı görüyorlar? Makyavelizme sığınmadan, dürüstçe cevaplandırılması gereken bir soru bu! Ancak, bugüne kadarki muğlak “dava” söylemleri -ki bu terim aslen Şii siyaseti kökenlidir- ve dillerinden düşürülmeyen “kindar nesil“ ifadesi göz önüne alınırsa, çıkan sonuç, üzerinde doğup yaşadıkları toprakları daru’l-harb olarak addettikleridir ve İslamcılar için, memleketleri bir savaş kapısıdır. Demokrasinin olmazsa olmazı laikliğe karşı bitmez tükenmez kavgaları, mezhepçi siyasetleri, “kanlı mı, kansız mı?“ tehditleri başka türlü nasıl izah edilebilir? Aslında, çoğulculuğu dikkate alan, ne ciddi anlamda bir demokrasi, özgürlükler ve insan hakları söylemleri mevcuttur -ancak dini söylemi suiistimal ederek, sömürerek oy alabilirler- ne de içinden geldikleri biat kültürü bunun dışında kalan yeni bir yola girmelerine izin verir. Belirli bir oy potansiyelini elde ettiklerinde ise yaptıkları ortadadır.